29 Ocak 2013 Salı

Güzide'den Başka İnciler

Bu inci yazılarını numaralandırsam daha iyi olacak gibi duruyor.

    Yine arabadayız. Zaten arabada bu çocuklar tüm sorularını soruyorlar. Bir yandan araba kullanırken (yokuşa geldim vitesi düşür, aaa motor bağırdı vitesi çıkar, hop yavaşladım debriyaja baş, amanın yokuşta durdum araba geri kaçmadan debriyajı titreterek arabayı kaldır ama arabayı istop ettirme, haa sağdan kim geldi, ooo soldan bir kamyon fırladı, ayy dolmuş çıktı, bak otobüs önüme kırdı daaatt) bir yandan onların isteğine göre radyo kanallarını değiştirip, bir yandan Gülru'nun kemerden kurtulma çabalarını görmezden gelip, bir yandan hüüü o bana vurduu ağlamalarını yatıştırıp, bir yandan can kulağıyla onların sorularınıdinleyip , düşüne taşına ölçe biçe doğru yerinde cevabı bulmam gerekiyor.

   Yoğun trafiğin ortasındayken Güzide sordu 'Anneler günü ne zaman anne?'. Ya bu çocuk ayları bilmiyor henüz mevsimleri, haftanın günlerini öğretiyoruz yavaş yavaş diye düşünüverdim hızlıca.  Anaokulu öğretmeni değilim sonuçta. Bir şeyi onlara öğreteceğim, açıklayacağım zaman başkaları nasıl yapmış diye araştırıyorum ya da düşünüp taşınıp onlara ve kendime uygun bir yöntem buluyorum. Güzide'nin sorusunu cevaplamak için iki saniyede 'bir yılda on iki ay vardır' diye nasıl anlatırım bilemedim. Geçiştirmek için 'Anneler günü gelince baba sana söyler. O biliyor.' deyiverdim.
Güzide'den de cevap geldi tabii. İç çekerek, dertli dertli söyledi:

'Yaaa zaten çocuklar hiç bir şey bilmiyorlar. Bildikleri sadece kesmek, boyamak...'

   Bu ergen benzeri  isyankarvari bir davranış mıdıııır, yoksa yaşının küçüklüğü dolayısıyla bildiklerinin, yapabildiklerinin küçüklüğünü, deneyimlerinin azlığını ve dahi bu dünyadaki yeri ve konumunu anlamış olma yolunda felsefi bir çaba mıdır çıkaramadım doğrusu. Eğer ikincisi ise ayların adını bilmiyor derken düşünebildiklerine bak sen şu küçük kızın...

Davet

İbrahim birilerini özledi mi sorar:

     'O bize niye gelmiyor?'

Ben de

    'Tamam bir gün davet ederiz, gelirler.' derim.

Canı sıkılınca da

   'Şunlara gidelim mii??' diye sorar.

Ben de

    'Bizi davet ederlerse gideriz oğlum' derim.

Ya da şöyle sorar bir yere giderken İbrahim:

      'Annee neden onlara gidiyoruuzz??'

Ben de gayet doğal bir şekilde 'Çünkü bizi davet ettiler' diye cevaplarım.

      Bu davet işini çok gündeme getirdim sanırım.

  Geçen gün davetimiz üzere gelen misafiri uğurluyoruz. İbrahim kapının ağzında durmuş el sallıyor giden misafire. El sallarken de

      'Bizi de davet ediiiinn'

       demez mi.

  Çocuğun her sorusuna davet ettik, davet edildik, davet edilmedik diye cevap verirsen, ortaya böyle çıkar işte. Biriktirmiş içinde :)))

Büyüme Hızı

      Akşam çocukları uyutma işi oldukça meşakkatli. Uyku vakti yaklaştıkça enerjileri tavan yapıyor. Tuvalette oyalanmalar, pijamayı giymemeler, yataktan zıplamaca oynamalar (üçü elele tutuşup hep birlikte 10'a kadar sayıp hep birlikte aşağı atlıyorlar), aaa daha süt içmediim, aaa daha kitap okumadııık, diye rutini uzatma çabaları...ve daha bunun gibi yaratıcılıklarının sınırlarını zorlayarak buldukları uyku vaktini geciktirme tak tikleri...yatağa giripsakinleşmeleri de vakit alıyor. Onlar uyuyana kadar yanlarında dikilmek zorunda kalıyorum. İbrahim ve Güzide'nin elinden tutuyor, Gülru'yu ayağımda sallıyorum. Önce İbrahim gidiyor fıss diye. O hep en kolay uyuyan olmuştur zaten. Güzide direniyor. Gülru kıpır kıpır. Onu uyutana kadar akla karayı seçiyorum. Güzide direnmeye devam ediyor. Sık sık kafasını kaldırıp Gülru uyudu mu diye kontrol ediyor. Gülru da uyuyunca sevinçle duvara doğru yanaşıyor ve bana yer açıyor. Ben de yanına uzanıyorum. Bir müddet sohbet ediyoruz.Daha çok o konuşuyor. Birlikte bir süre öyle kucaklaşarak vakit geçirmek çok hoşuna gidiyor Güzide'nin. Açıkçası ben biraz bunalıyorum zaman zaman.Ama yavrucuk öyle mutlu oluyor ki sık sık beni öperek 'canım annem seni çok seviyorum ' diyor.

     Bir süredir Güzide bana 'sen yavaş yavaş mı büyüdün?' diye soruyordu. Bugün bir yerden dönüşte arabada yine aynı şeyi sodu. Anladım ki hanfendinin derdi yavaş büyümek, bir an önce büyümek istiyor kendisi. Arabayı binanın önüne park edince, arkamı dönüp sordum teyit etmek için, hem de konuya gireyim diye: 'Sen hızlı büyümek istiyorsun galiba???' 'Eveeeett ' dedi. 'Annecim, ama her yaşın ayrı güzelliği var. Çok hızlı büyürsen her yaşının tadını çıkaramazsın' dedim ama anlamadı tabii çocuk ne demek istediğimi. Ben de gayretle açıklamaya çalıştım: 'Çabucak ablalar abiler gibi büyürsen mesela bebeklerinle oynayamazsın yeterince, anaokuluna gidemezsiiin, benim senin yanına yatmamı bile istemezsin. ' derrrr demez dudakları büzüldü ağlamaya başladı. 'Yanıma yaaatttt'. Örnek vermeyi abartmıştım. Karnıbahar,ıspanak,pırasa yiyip bol bol uyursan çabucak büyürsün diyerek durumdan faydalanmak yerine uzun uzun açıklamalar yapıp durumu karmaşık hale getirmiştim.Hemen gönlünü almaya çalıştım: 'Tamam kızım yatarım, kaç yaşına gelirsen gel, yanına yatarım ben seniiinn.' İkimizin özel anını kaybedeceğinden korktu ve hızlı büyümemeye karar verdi. 'Anaokuluna gitmek daha eğlenceli zateeennn' diyerek bu kararını bildirdi bana.

    Yeri gelmişken İbrahim'in büyüme hızıyla ilgili görüşlerini de belirteyim burada. İbrahim de hiç ama  hiiiç büyümek istemiyormuş.Heeep anaokuluna gitmek istiyormuş. Bunu  da bir süredir söyleyip duruyor.Sanki onun büyümesi-büyümemesi benim elimde, karalılığını bana gösterip büyümsine engel olmamı istiyor. Nereden çıktı bilmiyorum ama Çok ciddi bu konuda İbrahim.

   Gülru mu? Onun hedefi de İbrahim ve Güzide'yle arasındaki iki senelik açığı kapatabilmek. Var gücüyle uğraşıyor....

14 Ocak 2013 Pazartesi

Bot Meselesi

    Çocuklara oyuncak, kıyafet, vs gibi hediye alımlarını sınınrlandırdık:Her istediklerini almama tutumu bunun adı. Çok ihtiyaç olmadıkça doğumgünü, bayram gibi özel günler dışında almıyoruz. Böylece onlara aldığımız herhangi bir şey çok kıymetli oluyor  ve de çok mutlu ediyor onları. Ancak birine birşey alınınca illlaa ötekiler de istiyor. Üç çocuklu olmanın maddi dezavantajı :))
    Güzide'nin kışlık botları ayağına küçülmüş. Geçen gün ona bot almak için hep birlikte en yakın AVM'ye gittik. Pembe,parlak bir bot beğendi Güzide. Beğendiğini aldık. Hemen mağazada ayağına geçirdi. Etrafta sevinçle koşuşturmaya başladı. 'Çok rahatmış anneee' diye zıplıyordu. Öyle mutluydu ki botlarından ayrılmak istemiyordu: 'Yarın okula yürüyerek gidebilir miyiiizz??' diye sordu. Yeni tutumumuzdan tereddüt bile ettim 'yav çocukların istediğini almayıp boynu bükük mü bırakıyoruz' diye. Ana yüreği işte..

Güzide'nin botları
  Güzide'ye bot alınırken İbrahim ve Gülru'nun da arıza çıkarıp 'ben de istiyorum' diye tutturacaklarını biliyordum. Gülru zaten hasta olduğundan ve günlerdir dışarı çıkmadığından AVM'de koşturmak -hasta da olsa- ona iyi geldi. Sesini çıkarmadı o yüzden. İbrahim'e ise onun bota ihtiyacı olmadığı için ona bot almayacağımı ama çok istediği küçük dinazorlardan alacağımı söyledim. Kabul etti. Dinazorları  aldık, çok da mutlu oldu. Lakin içinde kalmış.
     İki gün sonra idi. İbrahim ve Güzide'yi okuldan almaya gittim. İbrahim'e ayakkabılarını uzattım.'Bunlar benim ayakkabılarım değil ' dedi.Bir de öyle kendinden emin tavır takınmış  ki...Gören o gerçeği söylüyor da ben elalemin ayakkabısını oğlana giydirmeye çalışıyorum sanır.Ben şaşkınım ama. Aramızda geçen konuşma şu:

        'Nasıl yani oğlum?'
     
       'Yok onlar benim değil.'

       'Sen buraya ayakkabısız mı geldin?'

          'hı hıı'

        'E iyi o zaman böyle geri dönelim.'

       'Olmaaazzz çoraplarım kirlenir.'

       'Giy o zaman ayakkabını oğlan.'

       'Yok o benim ayakkabım değil ki..'

     Sonunda pes ettim. Okulun içinde giydiği ayakkabılarla çıktı ordan. Giymedi ayakkabılarını.Eve dönüşte babaanneye uğradık. Bir ara dışarı fırladı, Güzide'ye çaktırmadan Güzide'nin yeni botlarını giydi, biraz dolandı kapının önünde :))

'Sen de yeni bot istiyorsun galiba' dedim.

Bir dokun bin ah işit misali çocukcaaz içini döküverdi:

'Eveeett. Bana böyle fermuarlı,uzuun bot almıyorsun. hıh!'

   Ona Güzide hep etek giydiği için bacakları üşümesin diye uzun bot aldığımızı; oğlanlar hep pantolon giydiği için oğlan botlarının hep kısa ve cırt cırtlı olduğunu söyledim. Pek ikna olmuş gibi durmuyordu. Ertesi sabah da mız mızlandı. Sonra ayakkabılıkta İbrahim'in  lacivert botlarını gördüm. Hazine bulmuş gibi sevindim :)) Giymesi biraz zor olduğundan kendi kendine giyemiyordu. BEn de giydirmeye üşendiğimden , önceki gün giymek istemediği siyah ayakkabılarını önüne atıveriyordum çocuğun kendi kendine giyebiliyor diye.

'Baaak İbrahim, senin botların burada işteeee..Hem de ceketinle aynı renk. Takım onnlaarr'


İbrahim'in botları

    Sevindi sevindi sevindi. Kendi kendine de giymeye başladı. Bu bot olayına tepkisini gösterme şekli beni şaşırttı doğrusu. Ama tepkisinin sebebini anlayabilmiş olmama sevindim ben de. Keşke çocukların  tüm huysuzluklarının ,ağlamalarının, inatlaşmalarının, karşı koymalarının arkasında ne olduğunu onların hislerini anlayabilsem kolayca...


10 Ocak 2013 Perşembe

Çocuklara Ev Yapımı Masa

Çocuklara masa yaptık. Şu dikdörtgen şeklinde olan IKEA masamızı Kanada'da bırakıp geldik. Bavula sığsa getirecektim ama sığmadı. Orda çok kullanıyorlardı. Yemeklerini bile o masada yiyorlardı. Önceleri kenarına tırmanıp İbrahim ve Güzide'nın kağıdını,hamurunu -ya da artık her ne yapıyorlarsa- dağıtıp yere fırlatan Gülru da yavaş yavaş masanın bir kenarında yer edinip birşeyler yapmaya başlamıştı. Türkiye'ye dönünce evi ve eşyaları temiz,sağlam tutma konusundaki endişelerim çok değil azzıııcık arttığından hamur,sulu boya,parmak boyası aktiviteleri mutfak masasında; diğer yazma, çizme, boyama, kesme faaliyetleri de salondaki yemek masasında ya da yine salondaki ağır,büyük, meğer ne gereksiz şeymiş dediğim, boşuna yer kaplayan ama çekmeceli orta sehpada yapılır oldu. Sehpanın çekmecesinde defterleri, ders kitapları (şu okul öncesi eğitim kitaplarından), kağıtlar, makasları ve yapıştırıcıların bir kısmı, boyama kitaplarının ve kalemlerinin bir kısmı duruyordu. Önceki cümlemde saydığım malzemelerin bir kısmı oyun odası dediğimiz oturma odasında, bir kısmı da mutfakta duruyordu. Tümmm bunları tek bir yerde toplamak ve de hediye gelen küçük sandaleleri değerlendirmek için  yaptık bu masayı. Bu arada konudan sapmak gibi olacak ama yeni eve taşınınca ev hediyesi olarak getirdi bir arkadaşımız o sandalyeleri. Çocuklara ayrı ev hediyesi getirmek çok ince bir düşünce. Zira gelen hediyekerin kendileri için olmadığını görünce çocuklar çok üzülüyorlardı :))

Neyse, Bauhaus'tan 75x75 ebatında bir tahta kestirdik. Uzuunca bir sopayı ayak olarak kestirdik.


Kırmızı tahtanın kenarlarını kaplattık.

 

 Önce ayakları fi tarihinden kalma ahşap tutkalıyla yapıştırdık. Sonra eşim hırdavatçıdan aldığı vidalarla ve L şeklindeki metal şeylerle ayakları tahtaya sabitledi. 


Bir gece bir gündüz kurumaya bıraktık. Masayı çevirdik ve sandalyeleri etrafına dizdik.(Arkada çamaşır yığını da çıkmış, upss..)


 Toplam 40 TL'ye maloldu. Efenim projenin fikir anası bendenizim. Projenin tasarımı ve hayata geçirilmesi ise kuzuların babasına ait. Masa bize sağlamlığını ispatlarsa başka projelere de başlayacağız. Çok gaza geldik ..