27 Nisan 2013 Cumartesi

Hava kabarcıklı Naylon Baskısı!


    O da ne ki diyenlere: Bu paketlemede kullanılan  gönderinin zarar görmesini engellyen bir naylon.Bu naylonun ingilizcesi 'bubble wrap'. Başlıktaki çeviri bendenize ait. Sözlüklerde karşılığını bulamayınca uyduruverdim. Bir de Türkçesinden bakınca baktım iyi uydurmuşum. Efendim  bu naylona  'kabarcıklı ambalaj, balonlu ambalaj,' demişler.

    Bize de bir paketle birlikte geldi bu malzeme. Hemen bir kenara koydum. Elimdeki bir kitapta Gülru'ya uygun sanat aktiviteleri ararken karşılaşmıştım. Bu naylonla baskı yapılıyordu. Haftasonu yine güne erken başlamıştık. Tüm oyunlardan sıkılınca çıkardım önlerine. Hemen boyamaya başladılar. 

    Hedef kişi Gülru idi ama kendisi kalorifer peteğini boyamayı tercih etti. İbrahim ve Güzide ise çok keyif aldılar.




Baskılar kuruyunca mutfak duvarına astık hemen.



    Mutfağa girip çıkarken gözüme iliştikçe 'bunlar böyle kalmamalı, birşey yapılmalı' diye düşündüm durdum. Sonra bir pinterest gezintimde aşağıdaki resmi gördüm.


(Fotoğrafın kaynağı şurası: http://la-lashomedaycare.blogspot.com/2012/01/letter-gg-week.html )

 Başkaları da aynı faaliyeti yapmış ancak onlar üzüm salkımı şeklinde kesmişlerdi kağıtlardı. 'Ay ne iyi fikir' dedim kendi kendime. Çocuklara 'bu baskıları üzüm salkımı yapalım mı?' diye sordum. Önce tamam dediler. Ama birkaç dakika sonra makas tutan bir tek ben vardım. Sonradan kestiğim salkımı gösterdim ama üzüme benzetemediler. 


Hasılı hevesleri kaçmıştı bir kere. Başka bir zaman tekrar uğraşırız belki..




25 Nisan 2013 Perşembe

Başarılı Anne!

Annelik zor iş, herkesçe malum. Yıllarca hatta ömür boyu çocuğunuz için uğraşıp didinip, türlü fedakarlıklar gösteriyorsunuz. Bu iş karşılığında para kazanmıyorsunuz, kariyer basamakları tırmanmıyorsunuz ki zaten öyle basamaklar yok, takdir görmüyorsunuz, tebrik edilmiyorsunuz. Üstelik içinizde anneliğin hakkını verip vermediğinize, çocuklarınızı iyi yetiştirip yetiştiremediğinize dair hep kuşkular taşıyorsunuz. Yaptığınız en ufak yanlışların onun karakterini, hayatını etkileyebileceğini düşünüp paniğe kapılıyorsunuz zaman zaman.

İkiz, üçüz,dördüz annelerinin, ya da çocuklarının yaşları birbirine yakın olan annelerin de içlerinde bir azab vardır. Bu, çocuklarıma yeterince ilgi,sevgi gösterebiliyor muyum, içlerinden birinin boynu bükük kalıyor mudur, kırılıp üzülüyorlar mıdır...  azabıdır. Çevredekiler de,hadlerini de aşarak, yangına körükle gidercesine yorumlar yaparlar. Çocukların -kendilerince- her olumsuz davranışını mesela ağlamasını,huysuzluğunu,inatçılığını peşpeşe doğmuş olmalarına, yeterince ilgi görememelerine bağlarlar.

Yine bu çeşit yorumları dinlemek durumunda kaldığım bir gündü. 'İlgi yetmiyor tabii, ilgi yetmiyor..' diyordu karşımdaki. Muhatabıma yukarıda bahsettiğim azabı ve bu azab nedeniyle her an teyakkuz halinde olduğumu: o gün hangisini kaç kere öptüğümün, hangisine kaç kere sarıldığımın , hangisiyle birebir oyun oynadığımın, hangisinin uzun uzun cümlelerini dinlediğimin, hangisinin kaç sorusunu cevapladığımın, hangisine bağırdığımın, hangisine kızdığımın, hangisine kaç kitap okuduğumun zihnimde kaydını tuttuğumu ama yine de azabdan kurtulamadığımı.... anlatmadım. Dinliyormuş gibi yapıp, aldırmamaya çalıştım. Ama canım sıkıldı, üzüldüm.

Bir ara Güzide yanıma yaklaştı. Çorap sordu, tişört sordu. Sonra o gün giydiği bilmem kaçıncı kıyafetini birlikte seçtik.

-Aferin sana anne, dedi
Ben şaşırdım.
-Neden aferin? diye sordum.
- Çünküüüü çok başarılı bir annesin, dedi.

Oturdum gülümseyerek yanına. Önceden her öğrendikleri kelimeyi,cümleyi nerde, ne zaman, kimden duyup öğrendiklerini bilirdim. Artık takip etmenin zorlaştığını, ipin ucunun kaçtığını farkettim. 'çok başarılı...' ifadesini nerden öğrenmiş olabileceğini düşünmedim. Güzide'ye sarıldım. Teşekkür ettim sadece. Muhtemelen, giymek istediği elbiseyi kısa kollu da olsa bolerosuyla giymesine izin verdiğim için sarfetmişti o ifadeyi.Yine de biraz olsun ferahlamıştım.

3 Nisan 2013 Çarşamba

Haftasonu Kahvalti


Haftaiçi sabahları telaş içinde oluyoruz. Baba işe yetişme telaşında, ben çocukları hazırlama telaşında birlikte oturup kahvaltı yapamıyoruz. Çocuklara okulda kahvaltı verildiğinden onlara çoğu zaman süt ya da yoğurt yetiyor. Gülru'nun iştahı olmuyor. İbrahim ve Güzide'yi bırakıp eve gelince yiyor bir şeyler. Akşam da zaten baba geldiğinde çocuklar uyumulş oluyor. Birlikte yemek de yiyemiyoruz.

Haftasonları özel oluyor bizim için. Kahvaltıya özeniyoruz. Hep beraber sofrada olmaya bayılıyorlar. Gülru bile sofrada sık sık 'hep bebaaber kaaavaltı yapıyoss memi anneee' diyor keyifle. Geçen pazar çocuklar babalarını uyandırmaya çalışırken ben de onlara bir kahvaltı tabağı hazırladım. Birşeye benzetmeye çalışmadım ama İbrahim 'angry birds olmuuuşş' dedi. Çok sevdiler, sevindiler. Önce zeytinleri ve domatesleri kenara fırlattılar. Sonra onları da yediler. Salatalık, ekmek ve peynirde sorunumuz yok zaten, çok şükür.

İşte anneden çocuklara pazar kahlvaltısı tabağı. Bu konuda çalışmalarım devam edecek :))




29 Mart 2013 Cuma

Yüz Boyama

Öyle on parmağında on marifet, eli her işe yatkın, becerikli, yani annemin hayallerindeki gibi biri değilim ne yazık ki. Öyle elişi, resim, sanat  hiç anlamam. O taraklarda bezim yoktur. Ama anne olunca herşey lazım oluyor valla. Keşke dikiş bilseydim, keşke hamur açabilseydim, keşke ahşap boyama, ebru falan yapabilseydim diye çok hayıflandım. 
Geçenlerde misafirlerimiz gelecekti. F. ve B. gelecek misafirlerimizin kızları bizimkilerin de yakın arkadasları. Onlar geldiğinde aktivite olur, çocuklara eğlence olur diye almıştım yüz boyama kalemlerini. Ama unuttum ortaya çıkarmayı :)  Zaten çocuklar da birlikte oynarken hiç sıkılmadılar, ekstra eğlenceye gerek kalmadı.
Misafirler geldikten birkaç gün sonra koyduğum yerde buldum boyaları. O gün banyo günüydü. Yine itirazlar başlamıştı. Banyo yapmak istemiyorlardı.  Normalde kafalarını koklayıp 'üüüff kokmuş saçların hadi yıkayalım' diyordum.Her zamanki taktiğimi kullanmak istemedim.Ben de boyaları çıkardım, eğer banyo yapacaklarsa yüzlerini boyayabileceğimi söyledim. Aslında ileriye yönelik söz almak pek işe yaramıyor çocuklarda. Verdikleri sözü unutuveriyorlar. Bizimkiler de unuttular, yine itiraz ettiler banyoya. Yüzlerini temizlemezsek çok sevdikleri yastıklarına, çarşaflarına boyanın bulaşacağını söyledim bu kez. Onlar için saçlarının kötü kokmasından daha geçerli bir sebepti. 

Daha önce Youtube'da videolar görmüştüm yüz boyama ile ilgili. İyi ki var şu youtube. Herşeyi ondan öğreniyorum valla. Yine başvurduk youtube'a. Pek çok video var ama şu kanaldakiler en kolayı. Tam benim gibi acemilere göre. Ötekiler hep fırçayla falan bildiğin ressam gibi resim yapıyorlardı suratlara.

Güzide Hello Kitty seçti.


 İbrahim Spiderman istedi.



Gülru'nun ne istediği belli değildi. Benim yaptığımı beğenmedi. yıkadık, kendi boyadı yüzünü.


Ertesi gün okula giderken de istediler yüz boyama. Tüm yüzlerini boyayamayacağımı söyledim. Yanaklarına küçük resimler yapmamı kabul ettiler. Bunları da kafadan uydurdum, becerebildiğim kadarıyla çizdim. Beğendiler neyse ki. 




 Sonraki günlerde Güzide'yi bir kelebek yaptık. İbrahim yine Spiderman seçmişti. O filmi ya da çizgi filmi izlemedi ama arkadaşlarının kıyafetlerinde,ayakkabılarında falan görüp öğrenmiş.


 Gülru'dan yine bir serbest çalışma örneği. Ben de onun boyadıklarının üstünden boyayıp 'gökkuşağı' yaptım yüzüne.

SU

Bir sabah uc cocuklu anne susamistir. Su icmek icin mutfaga gider. Kurutma makinasindaki camasirlari gorur. Onlar cikarir, yatak odasina goturur. Gitmisken yatagi duzeltir. Sonra cocuklarin yatagini duzeltir. Yerdeki bezi alip cope atmak ister. Cop kutusuna poset takar, bezi atar. Aklina utu masasindaki gomlek gelir. Salona dogru yola cikar utu yapmak icin. Yolda oglan cilek ister. Ona beklemesini soyler. Kizi koyu pembe corabini sorar. Camasirlari arasindan cikarir verir. Kizin pijamasini yerden alip kirli sepetine atar. Tekrar utu masasina yonelir. Vestiyerdeki kalin kislik montlari gorur. Ici daralir. Onlari toplar yatak odasina goturur. Burayi da daha sonra toplamaya karar verir. Kucuk kizi recel ister. Oglan robot arabasinin parcasini takmasini ister. Ona yardim eder. Makinaya camasir atar. Oglan bir daha cilek ister. Muz verir. Salona gidip gomlek utuler. Buyuk kiz da muz ister. Bir ara yutkunmaya calisir.Agzi kurumustur. Susadigini ve su icmek uzere oldugunu hatirlar. Mutfaga gider kosarak ve etrafa bakmayarak. Su icer.

Tum bunlarin ne kadar surede gerceklestigini hatirlamaz. Saate bakar. Daha 7 bile olmamistir.

HIRS

Geçen gün okulda sınıf arkadaşı Güzide'yi ağlatmış. Güzide'ye bir sebepten kızınca 'Çirkinsin!!!' diye bağırmış  çocuk. Güzide zaten alıngandır. Bedeniyle ilgili konularda da hassas nedense.Epey üzülmüş, ağlamış yavrucak. Öğretmeni olayı bana anlattıktan sonra Güzide'nin bu kadar alınmasına, üzülmesine şaşırdığını söyledi. Kendilerini savunmuyorlar, dedi. Mesela İbrahim biri onu itince hiç karşılık vermiyormuş.

Vermesi mi gerekiyordu ?

Ben de öğretmenin şaşırmasına şaşırdım. Ayrıca öğrencisini  'veliye şikayet etmesini' de garipsedim. 'Sizin çocuk çok haylaz', 'hiiç dersi dinlemiyor' 'ödevini yapmıyor ' vb. şikayetlerden ne farkı var?: 'Sizin çocuklar kendilerini savunmuyorlar.'

'Yani karakterleri...öyleler işte' deyiverdim. Bir yandan da aklımdan turlu turlu dusunceler geçiyor:
 Ay ben bu çocuklara baskı mı uyguluyorum?
 Sınırlıyor muyum onları da böyle oldular?
Ama evde birbirlerini yiyorlar yeri gelince, bir sorun olamaz.

Ertesi gün Güzide'yi ağlatn çocuğun annesiyle karşılaştık kapıda. Çocukların giyinmelerini bekliyoruz. 'Yaa bizim oğlan alatmış Güzide'yi. Çok kızdık dün akşam, ceza falan verdik.' dedi. 'Ya ceza falan vermeseydiniz. olur öyle şeyler, hem çocuk onlar unutmuşlardır bile' dedim. Önce söylediklerim mantıklı geldi bana . Sonra bir anda bir ampul yandi kafamda :çocuklar bana çekmiş yahu..
Guzide'yi aglatan cocuk o gun de aglatmis birilerini. Annesi 'niye oyle yaptin bakiim deyince cocuk 'yyyapariiim kizarimm beni uzeni aglatiriiimm' diye cevap verdi. O anda cocuk gozume 5 yasinda sevimli bir cocuk degil de 7 basli bir ejderha, tek gozlu bir dev ya da bir seri katil olarak gorunuyordu. Booyle kuzu gibi, kavgaya falan bulasmayan cocuklarim oldugu icin sukrettim. Bir yandan da onlar icin endiselenmeye basladim. Ya bunlar kendilerini, haklarini savunmayi ogrenemezlerse. Hayatta nelerle, kimlerle karsilasacaklar kimbilir. Ya cok uzulurlerse, incinirlerse...
Eve geldik, dama oynuyoruz hep beraber. Aslinda Ibrahimle Guzide oynuyorlar,ben baslarinda duruyorum. 'Menim siraaam diye arada taslarin arasina dalan Gulru'yu zaptetmeye calisiyorum bir yandan. Oynarken Ibrahim'e: 'Oglum tasini oraya koyarsan Guzide yer tasini' dedim. 'Yesin anneeee' dedi. 'E oyunu kazanir, sen de kaybedersin' diye kiskirtmaya calistim. 'Berabere kaliriz anneeee' dedi. Anladim ki hirs da yok benimkilerde. A be yavrum dedim icimden. Bunun okul hayati vaarr, liselere giris sinavi vaarr, universite sinavi vaarr, is hayati vaarr, var da var. Naapcaksiniz siz hirs,azim olmadan??
Sonra bir silkelendim, kendilerini geldim. Ya ben neleri dusunuyorum simdiden. Onlar olduklari gibi guzeller. Herkesin basari zannettiklerini elde etmeseler de olur. Hem daha 4 yasindalar. Sahi yaaa niye dertleniyorum simdiden??? Bir daha silkelendim soyle. Optum ucunu de...

15 Mart 2013 Cuma

Büyüseler de Küçüktürler

Küçüklükleri ile ilgili hikayelere bayılıyorlar: 'sütünü verdikten sonra da İbrahim'i kaldırırdım,sırtına pat pat yapardım. İbrahim de gaaaakkk diye ses çıkarırdııııı.'
'Güzide sen kelebeğe belebe derdin biliyo musuuuunn???

Güzide
Merakla heyecanla hiç kıpıramadan dinliyorlar. Arada kahkahalar atıyor, yerlerinde zıplıyorlar.Birlikte resimlere, videolara bakıyoruz bazen. Öyle özlüyorum ki onların bebekliklerini, bir daha hiç geriye gidemeyeceğimizi düşününce hele. Onlar da özlüyorlar belli ki bebek olmayı.Fazla mı sorumluluk veriyorum acaba:Yatağını topla, oyuncaklarını topla, pijamanı çekmecene koy,sen abisin/ablasın kardeşinle oyna, kardeşinle paylaş, kardeşin niye ağlıyor hadi sustur.... Tüm bunlardan sıkılmış olabilirler. Azıcık da Gülru'yu kıskanıyorlar belli ki.
Bugün İbrahim 'Boyumun büyümesini istemiyorum' diyordu. Ayaklarını toplayarak 'Bööyle olmak istiyorum, küçülmek istiyorum' diyordu. 'Tamam sen hep benim küçük bebeğim ol' dedim, kucağıma aldım, bebekliğindeki gibi salladım azıcık. Sonra popolarına  krem sürdürdüler. Pişik kremi. 

İbrahim
 Sabah Güzide beni banyoya çağırdı. Yanına gittim. 'Anne baak tuvalete çiş yaptım' diyordu muzır bir gülüşle. Alkışladım, babasını çağırdım. Ona da gösterdik. Sonra sifona basıp 'güle güle çiiiş' dedik. Tıpkı hikayelerde anlattığım gibi ve de Gülru'nun geçen haftaki başarısızlkla sonuçlanan tuvalet eğitimi denemesinde Gülruyla yaptığımız gibi. 

Gülru
 Altını değiştirirken, çorap giydirirken Gülru'nun ayaklarını öpüveriyorum. Ayakları hala bebek tombulluğunda, hala sevimli. O ayakları öpünce burnumun dibine iki ayak daha uzanıyor. Artık tombulluğunu yitirmiş, 30-31 numara büyüklüğünde, bildiğin çocuk ayağı bunlar. Hatırları kalmasın diye onları da öpüyorum.
Uyutma merasiminden sıkılıyorum bazen. Artık iyi geceler deyip, öpüp çıksam odadan diyorum. Ama sonra bebeklikleri aklıma geliyor. Bir daha  hiç geri gelemeyecek olan bebeklikleri. Dün gece sabaha karşı, Gülru'nun yanından kalkıp uyanmadığı halde gidip Güzide'nin yanına sokuluverdim. Farketti, gözleri yarı açık 'ben de seni bekliyoodum annee' dedi. 

Yoğurttan yaptığımız dondurmaları yerken

 Sanırım ben de onların büyümelerini istemiyorum. Ama zaman öyle hızlı ki...


11 Mart 2013 Pazartesi

Tüylü Telden Gözlük

Tüylü telden gözlük yaptık. Daha doğrusu ben yapmıştım bir yıl önce. Geçen gün bir kutuyu karıştırırken içinden çıktı. Tekrar takıp oynadılar biraz. 



Bu kez Gülru çok sevdi. Epeyce oynadı. Bana taktı, kendine taktı çıkardı. Babaannesinin,dedesinin yakın gözlükleriyle oynamayı pek seviyor zaten. Babaanneye gittiğimizde bazen ortadan kayboluyor. Bir odaya saklanmış gözlüklerle oynuyor buluyoruz Gülru'yu.  Hemen elinden alıyoruz tabii. Bunları  tümden unutmuşum. Daha önce hatırlayıp verseydim keşke Gülrucuğa.




Bizdeki teller biraz kısa. Her gözlüğü yapmak için 4 tel kullanmışım. Tekrar inceledim. Çok zor değil ama kaç yaşa hitap eder bilmiyorum. Her çocuğun becerisine göre değişir artık.


9 Mart 2013 Cumartesi

Bir Ev Ne Kadar BÜYÜK Olmalı

Bir evin büyüklüğü herkesin ihtiyacına göre değişir elbet. Ama şööyle han gibi kocaman bir evde yaşamayı kim istemez.Geçen yıl nisan ayında satın almak için ev arıyorduk. 4 odalı evlere baktık önce. Büyüklüğü 200 metrekarenin üzerinde olan katta dublekslere benim ağzımın suyu aktı. O dubleksleri ısıtamayız, soğutamayız, çatısı akar makar diye eşim istemedi. Ev aradığımız muhitte istediğimiz gibi 4 odalı bulamayınca 3 oda bir salon bir ev aldık. 

Bilenler bilir Amerika'nın pek çok yerinde geniş,müstakil,bahçeli evlerde oturur aileler. Aile olunca bu bir gerekliliktir. Bir arkadaşımız Texas'ta misafir olduğu evin büyüklüğünü şaşkınlıkla anlatırken ' bir odaya girdim, burası oda değil dolap dediler' demişti de bizi güldürmüştü epeyce. Geçenlerde rastladığım bir yazıda* Amerika'da bir ailenin oturdukları evin ihtiyaçlarından büyük olduğunu farkedince ne yaptıklarını anlatıyordu.

Greg Kelly ve eşi Laura Herring 45 ve 50 yaşlarında, iki oğlu olan bir çift. 5 odalı 320 metrekarelik bir evde yaşıyorlarmış.Evde odanın biri oyun odası olarak, biri ofis olarak kullanılıyormuş. Salon, yemek odası hiç kullanılmıyormuş. Üst kattaki banyoyu ise sadece köpeklerini yıkamak için kullanıyorlarmış. Aile fertlerinin vakit geçirdikleri  tek alan mutfak ve bir oturma odasıymış.Yatak odalarındaki tek aktiviteleri uyumakmış. Çocuklar ödevlerini bile mutfakta yapıyorlarmış. Üstelik temizlikçileri olmadığı için bu kocaman evi kendileri süpürüp temizliyorlarmış. Koca evin tümünü kışın ısıtıp yazın soğutuyorlarmış.

Düşünüp taşınmışlar. 'Ya biz bu evin büyük kısmını kullanmıyoruz niye zahmetini çekelim, yazık değil mi bize?' demişler.320 metrekarelik evlerini satıp yerine yine aynı muhitten 120 metrekarelik bir ev satın almışlar. Satiştan sonra artan parayı tadilat için kullanmışlar. Epey harcamışlar yani. Sonra yeni evlerini fazla eşya ile doldurmaktan kaçınmışlar. Ev daha küçük olsa da öncekine göre odalar daha büyük görünüyormuş daha az eşya olduğu için.Yeni evlerinde elektrik ve gaz faturalarında ciddi bir düşüş görmüşler. Bu ev için ödedikleri vergi de çok daha azmış. Yani kar etmişler. Evlerini küçültmelerinin tek olumsuz tarafı köpeklerinden vazgeçmek zorunda kalmalarıymış.

 Bu yazıyı okuyunca bizim evdeki  eşyalar  gözüme fazla görünmeye başladı: Salondaki büfe mesela. Biz onu kitaplık olarak kullanıyoruz ama onun yerine daha kullanışlı bir kitaplık alabiliriz. Yine salondaki konsol...içinde kullandığım hiçbir şey yok.Hem içindekilerden hem de konsolun kendisinden kurtulmayı düşünüyorum. 
Yeni eve geçmeden çocuklara yatak odası takımı aldık. O vakte kadar yerde yatıyorlardı. Yataklar, dolap çekmece gelince pek boş bir alan kalmadı ve  yatak odaları sadece uyudukları yer oldu. İbrahim ara ara 'Ben yüksek yatak istemiyorum' diyor. Ben de 'AA olur mu aneecim bak ne güzel yatak aldık size' diye yatıştırmaya çalışıyorum ama o yatakları aldığıma ben de pişman oldum. Aslında çocukların ihtiyacı cicili bicili yataklar değil oynayacak boş alanmış. Onları almamış olsaydık  gerekince yerdeki yataklarını kaldırıverirdik, rahat rahat oynar zıplar koştururlardı çocuklar.

Ben evde sağa sola biraz daha bakayım, dolapların içindekileri bir temizleyeyim...Evde alan genişlesin...

*Yazının aslına buradan ulaşabilir, Amerikalı ailenin yeni ve küçük evlerinin resimlerine bakabilirsiniz.

7 Mart 2013 Perşembe

İkizlerle Uçak Yolculuğu II


İbrahim ve Güzide ile California'dan sonraki uçak yolculuğumuzun istikameti Türkiye idi. Bu kez daha uzağa, okyanus ötesine uçacaktık. Artık kucakta bebek değillerdi. Güzide yeni yeni yürümeye başlamış, İbrahim ise yürümeyi sağlamlaştırmıştı. Başka bir deyişle kollar havada değildi yürürken. Daha zor olacağı belliydi. Ama memleket hasreti işte. Yine ani bir kararla düştük yollara. Bu kez daha sıkı hazırlık yaptık.
Yolculuğun başında çektiğim resimlerden. Sonrasında
kim düşünür resim çekmeyi'???
Uyku veren ilaçlardan bahsettiler. Gidip doktordan istemeye korktum açıkçası, Allah muhafaza hapse falan atarlar diye. Atmasalar da garipserlerdi. Zaten doktordan randevu almak büyük dert Kanada'da. Eşim istemiyordu ama nolur nolmaz diyerek 6 ay kadar önce Türkiye'den gelen bir arkadaştan bir ilaç aldık. Ona da çocuğunun doktoru vermiş. Ama sonra ihtiyaç duymadık. İlaç verip uyutmak yerine uçağın içine saldık. Birinin peşine ben birinin peşine eşim dolandık durduk uçakta. Uyutmak çok sorun olmadı uçakta ama tabii kucağımızda uyudukları için  ne biz ne onlar rahat edemediler. Bileti uçuştan sadece bir hafta önce aldığımızdan koltuk yerini de en önden ayarlayamamıştık.En önde olursa koltuklar bebek yatağı verebiliyorlar. Çok rahat oluyor.Ama dönüşte boş koltuklara geçtik de rahat ettik.
Arabaya bağlanınca isyan edilir.
Uçaklarda yemeğin verilmesi bazen gecikebiliyor. Daha doğrusu çocukların acıktığı saate denk gelmeyebiliyor. Bİr de o zaman çocuklara ayrı yemek gelmeyeceği için, e bir deçocukların yiyebileceği birşeylerin olması garanti olmadığından yanıma bolca kavanozda püreler almıştım. Meyve püreleri, tahıllı püreler...Arada oyalansınlar diye vermek için ekmek, kuru üzüm, vs..Oturduğumuz koltukların altı,sağı solu berbat bir hale gelmişti. O zaman normal süt içtiklerinden uçakta süt bulmak da sorun olmamıştı. Tabii bir sonrakine binene kadar bulamam diye uçaktan inmeden önce  ihtiyaten biberonları doldurmuştum sütle..
Emziğe düşkünlüğü o zaman mı başlamıştı yoksa?
Her ağladığında ağzına  sokuveriyorduk.

Uçakta oyalanmaları için sevdikleri oyuncaklardan, kitaplardan yanıma almıştım ama hiç işe yaramadı açıkçası. Belki yeni şeyler olsaydı daha çok ilgilenirlerdi ama o zaman uçağın içinde ya da beklemelerde havaalanında cirit atmayı tercih ettiler. Boşu boşuna bir torba ıvır zıvır taşıdık.

Almanya'da, Münih idi yanlış hatırlamıyorsam, aktarma yaptık. Ama iki uçuş arası sadece 45 dakika olduğundan uçağı kaçırmıştık. Bir sonraki uçak 7 saat sonraydı. Tam Noel zamanıydı. Havaalanında in cin top oynuyor. Dükkanlar kapalı. Havayolu şirketinin görevlileri bize battaniye falan verdiler. Neyse ki çocuklar için yanıma bolca yedek çamaşır almıştım. Hepimiz yorgunuz. Çocuklar yine bir baştan bir başa koşturdular. Sonra arabalarında uyudular. Babaları da çekti bir battaniye uyudu. Ben??? Gözümü kırpmadım. Ya biz uyurken çocukları alır götürürlerse diye paranoya yaptım.Uyumadığım saatlerin sayısı 24'ü çoktan geçmişti.

 Türkiye'ye vardığımızda tüm yorgunluğumuzu unuttuk diyemeyeceğim. Çocuklar  hasta oldular. Birkaç gün boyunca kustular. Saat farkına alışma süreci de cabası. İyileşip, uyku-yeme düzeni tutturana kadar geri dönüş vakti gelmişti. Topu topu 3 hafta kalmıştık. Eve dönünce de yine saat farkına alışma süreci geçirdiler. Gecede 10'ar kez uyanmaya başladılar.Gitmeden önce okumuştum bir yerlerde. Doğudan batıya gidince mi yoksa batıdan doğuya gidince mi saat farkına daha kolay alışılıyordu hatırlamıyorum. Güneşte,aydınlıkta çok vakit geçirin diyordu okuduğum yazılarda. Bir de çocuklara yemeklerini eski düzene göre değil de bulunduğunuz yerin saatlerine göre verin diyordu. Hasılı tövbe etmiştim o zaman,bir daha asla demiştim. Aradan zaman geçince, memleket özlemi tekrar hissedilmeye başlayınca:' Aman canım gidilir de 2 aydan kısa süre için gitmemek lazım'a çevirmiştim lafı.


4 Mart 2013 Pazartesi

Çocuklarla Kaliteli Zaman- Başka bir çeşidi...

    Annem carsaf katlarken ucundan tutunca bana "Iyi ki seni doğurmuşum" derdi. İlk kez babama kahve yaptığımda çok mutlu olmuştu. Hadi bir bardak su getir de gününü görelim' derlerdi büyükler.Sonra sonra bu 'gününü görelim' hadiseleri arttı. Artık benim için bunlar yerine getirmem gereken sorumluluklardı.Ben büyüdükçe ev  işlerini daha çok üstlenmeye başlamıştım. Yaşlı babaannemle birlikte yaşıyordum ve ona yardım etmem gerekiyordu. Annem her yaz sonunda Hollanda'ya gitmek üzere ayrılmadan önce beni tembihlerdi: 'Bak babaannen yaşlı, ona yardım etmelisin.' İlkokul sonunda ben kendi ütümü kendim yapar, akşam bulaşıklarını yıkar, ortaokul yıllarımda haftada bir evi siler süpürür çamaşır serer,toplar, katlardım.
  Sonraki nesilin hatta benim yaşıtlarımın anneleri 'aman çocuk okusun yeter ki' tutumunda olduklarından çocukları ev işinden uzak tuttular. Çocukların eli kalem, kitap tutmalıydı sadece. Okuldaki başarıları daha önemliydi onlar için. Çocuğun sorumluluk duygusunun gelişmesi, kendi kendine yetebilmesi,özgüvenini kazanması, bir işi en iyi şekilde bitirme disiplini kazanması ile  ne ilgisi olabilirdi ki ev işlerinin???
   Şimdilerde tekrar eski yaklaşıma dönüş var-ecnebi ebeveynlik kitapları sağolsun-. Ancak bunun adı 'çocuğun gününü görme' değil. Artık biz buna 'çocuğu ev işlerine dahil etme' diyoruz.

    Ev işlerinden önce çocukların kendi günlük özbakımlarını rahatça ypabiliyor olmaları gerekiyor elbette. İbrahim ve Güzide'nin bu becerilerini büyük oranda kazandıklarını düşünüyorum:

Giyinme-soyunma....tamam
Ayakkabı -mont giyme......tamam
Çorap giyme.....Güzide tamam, İbrahim iki gündür tamam çok şükür.
Düğme ilikleme......Güzide tamam, İbrahim'in üzerinde çalışması gerekiyor.
Yemek yeme....tamam
Tuvalet ihtiyacını giderme...tamam
sürahiden su doldurma...tamam.Küçük ve hafif bir sürahi aldım, sürahiyi dolu tutmam gerekse de doldurup içiyorlar. sürahiyi doldurmamışsam susadım naralarını duymazlıktan geliyorum sandalye çekip musluktan dolduruyorlar.

   Aklıma gelenler bunlar. Gülru henüz yeni yeni üst giymeye çalışıyorsa da üstünü çıkarmada pek maharetli. Kendi kendine yemek yeme işini hallediyor. Çatal kaşıkla beceremezse eliyle dalıyor. Gezmede değilsek hiiiçç karışmıyorum :))
  Ev işlerine gelince. Bir ara oyuncakları toplama saati koymuştuk ki iyi işliyordu. Ama ben bu konuda istikrarlı olmayınca, ben kendim de üşenince onlar da istekli olmuyorlar açıkçası. Misafir geleceği vakit tüm oyuncaklarını oyun odasına 'fırlatıyorum'. Oradaki dağınıklık kendi ayıpları artık :))

Pişirilen kurabiyeler özenle süslenir
  Yatak toplama işini çok sevdiler. Bugün yataklarını ben toplamıştım. Güzide şaşırdı. Hem de beğenmedi benim topladığımı. Ben kendi yatağımı her gün toplasam onlar da toplayacak kendilerininkini görünüşe göre. Pijamalar çıkınca çekmeceye konuyor çok şükür. İbrahim'i uyarmam gerekiyor sık sık. Ama Güzide daha dikkatli. Günde elli kere üst değiştirdiği için sık sık çıkardıklarını topluyor zaten. Yatağının üstüne yığılınca hatırlatıyorum. Bazen onlar da beni uyarıyor. İbrahim bir gün: 'Siz yatağınızın üstündeki çamaşırları niye hiç kaaldırmıyorsunuz?' diye sormuştu. O gün bugün dikkat etmeye çalışıyorum.
  Bunun dışında heveslendikleri ev işlerine mümkün olduğunca izin veriyorum. Ev silme, toz alma işine pek meraklılar. Masa kurmaya yardım ediyorlar(misafir varsa ya da babaannedeysek. O zamanlarda kelli felli sofra kuruluyor zaten). Hatta kavga çıkıyor, zor anlar yaşıyorum. Güzide ve İbrahim tabakları diziyor, kaşık-çatalları sıralıyor, peçeteleri katlayıp koyuyorlar her tabağın yanına. Bu ara bir de çamaşır katlamaya merak saldılar. Çok ama  çok işime yarıyor doğrusu. Hergün bakıyorlar kurutma makinasına. 'Çamaşır var mı aneee???' diye soruyorlar. Kendi çamaşırlarıysa çıkarıp katlıyoruz. Onların sayesinde çamaşırlar yığılmıyor bir kenarda bir süredir.Adam edecek bu çocuklar beni. Hevesleri kırılmasın diye şöyle yapın, böyle yapın bile demiyorum. Sonra katladıklarını götürüp çekmecelerine koyuyorlar, daha doğrusu 'tıkıyorlar'. Hiiiç düzeltmiyorum sonradan. Gülru kendi çekmecesine değil de diğerlerine koyduysa çamaşırlarını, onları çıkarıyorum. Bu ev işi yapma hevesleri ne kadar daha sürer bilemem. Eninde sonunda sıkılıp kaytarmaya başlayacaklar, kendimden biliyorum. Ama o vakte kadar sefasını sürmeyi düşünüyorum.

Çamaşır katlama alanı

  Geçenlerde bir akşam Güzide ve Gülru uyumuş, İbrahim ayaktaydı. O uyumadan bilgisayarın başına geçemeyeceğimden işlerimi yapayım dedim. İbrahim'le birlikte bulaşıkları makinaya dizdik. Ben sudan geçirdim, o kaşık,çatalları,bardakları dizdi. Ütü yaparken ütünün buharına bastı ben bas dediğimde. Ama ütüye yardım etmesi biraz sıkıntılıydı, bir yerini yakacak diye çok korktum. Çok mutluydu İbrahim.Başbaşa ev işi yapmıştık. Birkaç gün sonra bana 'anne seninle ütü yapmayı,bulaşık yıkamayı,çamaşır katlamayı,yumurta pişirmeyi çok seviyorum ' diyordu.

Kendin pişir kendin ye
     'Çocukların gününü görme'nin adını bir kez daha değiştirmek gerekiyor aslında. Bunun adı 'ev işlerine çocukları dahil etme' değil 'çocukları hayatımıza dahil etme' mi olsa acaba???.  Kaliteli zaman dedikleri aslında bir ütü,bir bulaşık,çamaşırmış meğer. Sanat aktiviteleri, gezip tozmalar, okumalar,yazmalar değilmiş sadece. Ben yanlış anlamışım.



 

24 Şubat 2013 Pazar

"Ikizlerle Uçak Yolculuğu I

    Evliliğimizin 10. yılındayız. Bu 10 yıl içinde Türkiye dahil 4 farklı ülkede yaşadık. Amerika-Almanya-Türkiye-Kanada ve en son tekrar Türkiye. Kanada'da üç buçuk yıl kalarak bir rekora imza attık. Her gittiğimiz yere artık buraya yerleşiriz diyerek gittik ama her seferinde tekrar bavul toplarken bulduk kendimizi.Gittiğimiz yerlerde de gezip tozmaktan geri durmadık. Paris'te,Versailles Sarayı'nın bahçesinde çekilmiş bir resmimi koymuştum Facebook'a. Bir arkadaşım resmin altına 'bundan sonra iki çocukla zor gezersiniz' diye yorum bırakmıştı. Arkadaşım yanılıyordu.

    Geçen akşam çocukların yatma vakti geldi. Zooorrrllla oyuncaklarını toplattım. Mutfağa sütlerini, yoğurtlarını koymaya gittim.Bir de baktım odalarına gitmek yerine oyun odasında yeni bir oyun kuruvermiş böcekler: Uçakçılık.

Kaptan pilot ve yolcuları yola çıkmaya hazır
 İki dakika içinde nasıl düşündünüz, karar verdiniz, rolleri paylaştınız, sandalyeleri dizdiniz de oyuna başladınız. İbrahim kaptan olmuş tabii. Güzide ve Gülru yolcu, kucaklarında da bebekleri var. Kaptan pilot 'Hadi uçağa binin,binmezseniz  uçamazsınız çünkü sizin kanatlarınız yookk!!!' diye anonslar yapıyor. Yolcular telaş içinde bir yandan bebeklerini uçak koltuğuna oturtmaya çalışıyorlar, bir yandan da bavullarını pilotun gösterdiği yere yerleştirmeye çalışıyorlar.

Bavullar
Onları yatağa göndermek yerine oturup izledim oyunlarını, videoya aldım, resim çektim.Anılarım da depreşti:

    İbrahim ve Güzide ilk uçak yolculuğuna -anne karnındayken Türkiye'den Kanada'ya göçümüzü saymazsak- 4,5 aylıkken çıktılar. Gülru ise ilk kez uçağa bindiğinde 2,5 aylıktı yavrum. Her iki yolcuğumuzda da istikamet aynıydı: California. Kuzuların  amcası orada yaşıyor ailesiyle birlikte. Kızı, İbrahim ve Güzide'den sadece 2 hafta büyük .  İlk defasında birkaç gün düşündük gidip gitmemeye karar vermek için. E çiçeği burnunda anneyim. Bebeklerimin üstüne titriyorum. Hastalanırlar diye korkuyorum. Neyse sonunda gitmeye karar verdik. Kuzuların babası hemen uçak biletlerini aldı iki gün sonrasına.Boston'dan binecektik uçağa. Montreal- Boston arasında 5 saatlik bir araba yolculuğundan sonra 6 saatlik bir uçuş bizi bekliyordu. Erkenden yola çıktık. Boston'da  bir arkadaşımızın evinde soluklandık. Sonra uçağa binmek üzere havaalanına gittik.

1- Uçak yolculuğunda çocuklulara tanınan tüm ayrıcalıkları kullanmak gerekiyor. Çoluk çocukla zaten zor geçecek bir yolculuğun zahmetini azıcık azaltacak ayrıcalıklar bunlar: Mesela uçağa herkesten önce alınan gruplardandır çocuklular. Böylece elinizde sırtınızda taşıdığınız, muhtemelen herkesten fazla olan çantalarınızla birlikte kolayca uçağa geçer ve tüm bu çantaları koltuğunuzun hemen üstündeki kabinlere koyabilirsiniz, hem de rahaattça. Biz de bu ayrıcalıktan yararlanmıştık. Bunun için de erkenden uçağın kapısına gitmiştik.

2- Malum uçakta en sıkıntılı anlar iniş ve kalkışlardır. Basınç nedeniyle kulaklar tıkanır, ağrır. Ben esneyerek, sakız çiğneyerek rahatlatırım kulaklarımı.Yolculuk öncesi öğrendik ki bebeklerin kulakları ağrımasın diye emzik vermek,emzirmek, ya da biberon vermek gerekiyormuş.Ola ki rahatsız oldu bebekler, kulaklara masaj yapmak iyi geliyormuş. O zaman emmedikleri için emzik ve biberon seçeneklerini kullanmıştık.

3- Çocukların mamalarını kaynamış soğutulmuş suyla hazırlıyordum o vakte kadar. Ama uçağa sıvı -bebek yiyeceği dışında -sokulmadığından  mama hazırlamak için uçakta verilen şişe sularını kullandık. Neyse ki uçakta sıcak su da vardı. Bir şişeye sıcak su da doldurup vermişlerdi. Uçağa binmeden önce de kalkış esnasında lazım olur, su alamayız diye birer biberon mama hazırlamıştım.

4- O aylarda Güzide'nin 'uyutmak için akla karayı seçtiğim' dönemiydi. Kucağımda sallaya sallaya, hoplata zıplata uyutuyordum. Uçakta millet garipsemesin diye arkaya uçağın mutfağına geçmiştim. Oradaki uğultudan olsa gerek fos diye uyuyuvermişti Güzide. Her uyanmasında hemen arkaya koşturuveriyordum.

5-  O zaman kullandığımız bebek arabası iskelet halindeydi. Araba koltuklarını koyuyorduk bu iskelete. Neyse ki uçağın kapısına kadar koltukları da götürebildik. Dönüşte ise ricamızı kırmadılar uçakta da yer olduğundan koltukları sokmamıza izin verdiler. Böylece rahat rahat uyumuşlardı dönüş yolculuğunda.

6- Yol boyunca 5-10 dakikada bir uykularından uyandılar. İyi uyuyamadıklarından biraz mızmızlandılar. Yolculuğun sonunda yanımdaki kadın 'ay iyi misin sen ya??' diye sormuştu acıyan bakışlar atarak. Beterin beteri vardır: Bir arkadaşımın 4 aylık bebeği Montreal'den İstanbul'a gelene kadar 'hiç durmadan' ağlamış. Hiç emmemiş de ağlamaktan. Arkadaş göğsünde biriken sütleri  pompayla sağıp sağıp dökmek zorunda kalmış.

devam edecek...


29 Ocak 2013 Salı

Güzide'den Başka İnciler

Bu inci yazılarını numaralandırsam daha iyi olacak gibi duruyor.

    Yine arabadayız. Zaten arabada bu çocuklar tüm sorularını soruyorlar. Bir yandan araba kullanırken (yokuşa geldim vitesi düşür, aaa motor bağırdı vitesi çıkar, hop yavaşladım debriyaja baş, amanın yokuşta durdum araba geri kaçmadan debriyajı titreterek arabayı kaldır ama arabayı istop ettirme, haa sağdan kim geldi, ooo soldan bir kamyon fırladı, ayy dolmuş çıktı, bak otobüs önüme kırdı daaatt) bir yandan onların isteğine göre radyo kanallarını değiştirip, bir yandan Gülru'nun kemerden kurtulma çabalarını görmezden gelip, bir yandan hüüü o bana vurduu ağlamalarını yatıştırıp, bir yandan can kulağıyla onların sorularınıdinleyip , düşüne taşına ölçe biçe doğru yerinde cevabı bulmam gerekiyor.

   Yoğun trafiğin ortasındayken Güzide sordu 'Anneler günü ne zaman anne?'. Ya bu çocuk ayları bilmiyor henüz mevsimleri, haftanın günlerini öğretiyoruz yavaş yavaş diye düşünüverdim hızlıca.  Anaokulu öğretmeni değilim sonuçta. Bir şeyi onlara öğreteceğim, açıklayacağım zaman başkaları nasıl yapmış diye araştırıyorum ya da düşünüp taşınıp onlara ve kendime uygun bir yöntem buluyorum. Güzide'nin sorusunu cevaplamak için iki saniyede 'bir yılda on iki ay vardır' diye nasıl anlatırım bilemedim. Geçiştirmek için 'Anneler günü gelince baba sana söyler. O biliyor.' deyiverdim.
Güzide'den de cevap geldi tabii. İç çekerek, dertli dertli söyledi:

'Yaaa zaten çocuklar hiç bir şey bilmiyorlar. Bildikleri sadece kesmek, boyamak...'

   Bu ergen benzeri  isyankarvari bir davranış mıdıııır, yoksa yaşının küçüklüğü dolayısıyla bildiklerinin, yapabildiklerinin küçüklüğünü, deneyimlerinin azlığını ve dahi bu dünyadaki yeri ve konumunu anlamış olma yolunda felsefi bir çaba mıdır çıkaramadım doğrusu. Eğer ikincisi ise ayların adını bilmiyor derken düşünebildiklerine bak sen şu küçük kızın...

Davet

İbrahim birilerini özledi mi sorar:

     'O bize niye gelmiyor?'

Ben de

    'Tamam bir gün davet ederiz, gelirler.' derim.

Canı sıkılınca da

   'Şunlara gidelim mii??' diye sorar.

Ben de

    'Bizi davet ederlerse gideriz oğlum' derim.

Ya da şöyle sorar bir yere giderken İbrahim:

      'Annee neden onlara gidiyoruuzz??'

Ben de gayet doğal bir şekilde 'Çünkü bizi davet ettiler' diye cevaplarım.

      Bu davet işini çok gündeme getirdim sanırım.

  Geçen gün davetimiz üzere gelen misafiri uğurluyoruz. İbrahim kapının ağzında durmuş el sallıyor giden misafire. El sallarken de

      'Bizi de davet ediiiinn'

       demez mi.

  Çocuğun her sorusuna davet ettik, davet edildik, davet edilmedik diye cevap verirsen, ortaya böyle çıkar işte. Biriktirmiş içinde :)))

Büyüme Hızı

      Akşam çocukları uyutma işi oldukça meşakkatli. Uyku vakti yaklaştıkça enerjileri tavan yapıyor. Tuvalette oyalanmalar, pijamayı giymemeler, yataktan zıplamaca oynamalar (üçü elele tutuşup hep birlikte 10'a kadar sayıp hep birlikte aşağı atlıyorlar), aaa daha süt içmediim, aaa daha kitap okumadııık, diye rutini uzatma çabaları...ve daha bunun gibi yaratıcılıklarının sınırlarını zorlayarak buldukları uyku vaktini geciktirme tak tikleri...yatağa giripsakinleşmeleri de vakit alıyor. Onlar uyuyana kadar yanlarında dikilmek zorunda kalıyorum. İbrahim ve Güzide'nin elinden tutuyor, Gülru'yu ayağımda sallıyorum. Önce İbrahim gidiyor fıss diye. O hep en kolay uyuyan olmuştur zaten. Güzide direniyor. Gülru kıpır kıpır. Onu uyutana kadar akla karayı seçiyorum. Güzide direnmeye devam ediyor. Sık sık kafasını kaldırıp Gülru uyudu mu diye kontrol ediyor. Gülru da uyuyunca sevinçle duvara doğru yanaşıyor ve bana yer açıyor. Ben de yanına uzanıyorum. Bir müddet sohbet ediyoruz.Daha çok o konuşuyor. Birlikte bir süre öyle kucaklaşarak vakit geçirmek çok hoşuna gidiyor Güzide'nin. Açıkçası ben biraz bunalıyorum zaman zaman.Ama yavrucuk öyle mutlu oluyor ki sık sık beni öperek 'canım annem seni çok seviyorum ' diyor.

     Bir süredir Güzide bana 'sen yavaş yavaş mı büyüdün?' diye soruyordu. Bugün bir yerden dönüşte arabada yine aynı şeyi sodu. Anladım ki hanfendinin derdi yavaş büyümek, bir an önce büyümek istiyor kendisi. Arabayı binanın önüne park edince, arkamı dönüp sordum teyit etmek için, hem de konuya gireyim diye: 'Sen hızlı büyümek istiyorsun galiba???' 'Eveeeett ' dedi. 'Annecim, ama her yaşın ayrı güzelliği var. Çok hızlı büyürsen her yaşının tadını çıkaramazsın' dedim ama anlamadı tabii çocuk ne demek istediğimi. Ben de gayretle açıklamaya çalıştım: 'Çabucak ablalar abiler gibi büyürsen mesela bebeklerinle oynayamazsın yeterince, anaokuluna gidemezsiiin, benim senin yanına yatmamı bile istemezsin. ' derrrr demez dudakları büzüldü ağlamaya başladı. 'Yanıma yaaatttt'. Örnek vermeyi abartmıştım. Karnıbahar,ıspanak,pırasa yiyip bol bol uyursan çabucak büyürsün diyerek durumdan faydalanmak yerine uzun uzun açıklamalar yapıp durumu karmaşık hale getirmiştim.Hemen gönlünü almaya çalıştım: 'Tamam kızım yatarım, kaç yaşına gelirsen gel, yanına yatarım ben seniiinn.' İkimizin özel anını kaybedeceğinden korktu ve hızlı büyümemeye karar verdi. 'Anaokuluna gitmek daha eğlenceli zateeennn' diyerek bu kararını bildirdi bana.

    Yeri gelmişken İbrahim'in büyüme hızıyla ilgili görüşlerini de belirteyim burada. İbrahim de hiç ama  hiiiç büyümek istemiyormuş.Heeep anaokuluna gitmek istiyormuş. Bunu  da bir süredir söyleyip duruyor.Sanki onun büyümesi-büyümemesi benim elimde, karalılığını bana gösterip büyümsine engel olmamı istiyor. Nereden çıktı bilmiyorum ama Çok ciddi bu konuda İbrahim.

   Gülru mu? Onun hedefi de İbrahim ve Güzide'yle arasındaki iki senelik açığı kapatabilmek. Var gücüyle uğraşıyor....

14 Ocak 2013 Pazartesi

Bot Meselesi

    Çocuklara oyuncak, kıyafet, vs gibi hediye alımlarını sınınrlandırdık:Her istediklerini almama tutumu bunun adı. Çok ihtiyaç olmadıkça doğumgünü, bayram gibi özel günler dışında almıyoruz. Böylece onlara aldığımız herhangi bir şey çok kıymetli oluyor  ve de çok mutlu ediyor onları. Ancak birine birşey alınınca illlaa ötekiler de istiyor. Üç çocuklu olmanın maddi dezavantajı :))
    Güzide'nin kışlık botları ayağına küçülmüş. Geçen gün ona bot almak için hep birlikte en yakın AVM'ye gittik. Pembe,parlak bir bot beğendi Güzide. Beğendiğini aldık. Hemen mağazada ayağına geçirdi. Etrafta sevinçle koşuşturmaya başladı. 'Çok rahatmış anneee' diye zıplıyordu. Öyle mutluydu ki botlarından ayrılmak istemiyordu: 'Yarın okula yürüyerek gidebilir miyiiizz??' diye sordu. Yeni tutumumuzdan tereddüt bile ettim 'yav çocukların istediğini almayıp boynu bükük mü bırakıyoruz' diye. Ana yüreği işte..

Güzide'nin botları
  Güzide'ye bot alınırken İbrahim ve Gülru'nun da arıza çıkarıp 'ben de istiyorum' diye tutturacaklarını biliyordum. Gülru zaten hasta olduğundan ve günlerdir dışarı çıkmadığından AVM'de koşturmak -hasta da olsa- ona iyi geldi. Sesini çıkarmadı o yüzden. İbrahim'e ise onun bota ihtiyacı olmadığı için ona bot almayacağımı ama çok istediği küçük dinazorlardan alacağımı söyledim. Kabul etti. Dinazorları  aldık, çok da mutlu oldu. Lakin içinde kalmış.
     İki gün sonra idi. İbrahim ve Güzide'yi okuldan almaya gittim. İbrahim'e ayakkabılarını uzattım.'Bunlar benim ayakkabılarım değil ' dedi.Bir de öyle kendinden emin tavır takınmış  ki...Gören o gerçeği söylüyor da ben elalemin ayakkabısını oğlana giydirmeye çalışıyorum sanır.Ben şaşkınım ama. Aramızda geçen konuşma şu:

        'Nasıl yani oğlum?'
     
       'Yok onlar benim değil.'

       'Sen buraya ayakkabısız mı geldin?'

          'hı hıı'

        'E iyi o zaman böyle geri dönelim.'

       'Olmaaazzz çoraplarım kirlenir.'

       'Giy o zaman ayakkabını oğlan.'

       'Yok o benim ayakkabım değil ki..'

     Sonunda pes ettim. Okulun içinde giydiği ayakkabılarla çıktı ordan. Giymedi ayakkabılarını.Eve dönüşte babaanneye uğradık. Bir ara dışarı fırladı, Güzide'ye çaktırmadan Güzide'nin yeni botlarını giydi, biraz dolandı kapının önünde :))

'Sen de yeni bot istiyorsun galiba' dedim.

Bir dokun bin ah işit misali çocukcaaz içini döküverdi:

'Eveeett. Bana böyle fermuarlı,uzuun bot almıyorsun. hıh!'

   Ona Güzide hep etek giydiği için bacakları üşümesin diye uzun bot aldığımızı; oğlanlar hep pantolon giydiği için oğlan botlarının hep kısa ve cırt cırtlı olduğunu söyledim. Pek ikna olmuş gibi durmuyordu. Ertesi sabah da mız mızlandı. Sonra ayakkabılıkta İbrahim'in  lacivert botlarını gördüm. Hazine bulmuş gibi sevindim :)) Giymesi biraz zor olduğundan kendi kendine giyemiyordu. BEn de giydirmeye üşendiğimden , önceki gün giymek istemediği siyah ayakkabılarını önüne atıveriyordum çocuğun kendi kendine giyebiliyor diye.

'Baaak İbrahim, senin botların burada işteeee..Hem de ceketinle aynı renk. Takım onnlaarr'


İbrahim'in botları

    Sevindi sevindi sevindi. Kendi kendine de giymeye başladı. Bu bot olayına tepkisini gösterme şekli beni şaşırttı doğrusu. Ama tepkisinin sebebini anlayabilmiş olmama sevindim ben de. Keşke çocukların  tüm huysuzluklarının ,ağlamalarının, inatlaşmalarının, karşı koymalarının arkasında ne olduğunu onların hislerini anlayabilsem kolayca...


10 Ocak 2013 Perşembe

Çocuklara Ev Yapımı Masa

Çocuklara masa yaptık. Şu dikdörtgen şeklinde olan IKEA masamızı Kanada'da bırakıp geldik. Bavula sığsa getirecektim ama sığmadı. Orda çok kullanıyorlardı. Yemeklerini bile o masada yiyorlardı. Önceleri kenarına tırmanıp İbrahim ve Güzide'nın kağıdını,hamurunu -ya da artık her ne yapıyorlarsa- dağıtıp yere fırlatan Gülru da yavaş yavaş masanın bir kenarında yer edinip birşeyler yapmaya başlamıştı. Türkiye'ye dönünce evi ve eşyaları temiz,sağlam tutma konusundaki endişelerim çok değil azzıııcık arttığından hamur,sulu boya,parmak boyası aktiviteleri mutfak masasında; diğer yazma, çizme, boyama, kesme faaliyetleri de salondaki yemek masasında ya da yine salondaki ağır,büyük, meğer ne gereksiz şeymiş dediğim, boşuna yer kaplayan ama çekmeceli orta sehpada yapılır oldu. Sehpanın çekmecesinde defterleri, ders kitapları (şu okul öncesi eğitim kitaplarından), kağıtlar, makasları ve yapıştırıcıların bir kısmı, boyama kitaplarının ve kalemlerinin bir kısmı duruyordu. Önceki cümlemde saydığım malzemelerin bir kısmı oyun odası dediğimiz oturma odasında, bir kısmı da mutfakta duruyordu. Tümmm bunları tek bir yerde toplamak ve de hediye gelen küçük sandaleleri değerlendirmek için  yaptık bu masayı. Bu arada konudan sapmak gibi olacak ama yeni eve taşınınca ev hediyesi olarak getirdi bir arkadaşımız o sandalyeleri. Çocuklara ayrı ev hediyesi getirmek çok ince bir düşünce. Zira gelen hediyekerin kendileri için olmadığını görünce çocuklar çok üzülüyorlardı :))

Neyse, Bauhaus'tan 75x75 ebatında bir tahta kestirdik. Uzuunca bir sopayı ayak olarak kestirdik.


Kırmızı tahtanın kenarlarını kaplattık.

 

 Önce ayakları fi tarihinden kalma ahşap tutkalıyla yapıştırdık. Sonra eşim hırdavatçıdan aldığı vidalarla ve L şeklindeki metal şeylerle ayakları tahtaya sabitledi. 


Bir gece bir gündüz kurumaya bıraktık. Masayı çevirdik ve sandalyeleri etrafına dizdik.(Arkada çamaşır yığını da çıkmış, upss..)


 Toplam 40 TL'ye maloldu. Efenim projenin fikir anası bendenizim. Projenin tasarımı ve hayata geçirilmesi ise kuzuların babasına ait. Masa bize sağlamlığını ispatlarsa başka projelere de başlayacağız. Çok gaza geldik ..