24 Aralık 2012 Pazartesi

Kardan Adam

   Benim büyüdüğüm yerde kar yağmaz:Yurdumun en güneyi Hatay'dır burası.Yağsa da şöyle bir atıştırır, o da on senede bir,ama tutmaz. Sıradışı bir durum olduğundan herkes camlara üşüşür karın yağışını izlemek için. Görmeyen kalmasın diye insanlar birbirine haber verir: 'Kar yağıyooorr.' Üniversiteyi okuduuğum şehirde, istanbul'da ise kar yağar.


  Okulun ilk yılı. Bir gün derse gitmek için dışarı çıktım. Bir de ne göreyim??Kar yağmış. Üstelik tüm sokak, kaldırımlar karla kaplı. 'Bu karın  üstünde nasıl yürünür ki?' diye düşünmüştüm. Sonra sonra karın üstünde yürümeye, hatta düşmeden yürümeye alıştım tabii. E İstanbul da Kanada değil . Aylarca kar altında kalmıyor şehir. O nedenle alışmak çok zor olmadı. Bundan birkaç yıl sonra, sanırım mezuniyetime yakındı, yine İstanbul'a kar yağmıştı. Okul tatil, dersler sınavlar iptal, otobüsler de öyle. Bir yere gidemiyoruz. Kendimizi kaldığımız yurdun önüne attık, karda eğlenmeye çalışıyoruz. Bir arkadaşla birlikte  kardan adam yapalım dedik. Ben Hatay'lı, arkadaşım Adana'lı, iki kar görmemiş beceremedik tabii. Biz karı avuç avuç alıp üst üste koymaya çalışıyorduk. İmdadımıza sokaktaki çocuklar yetişti: 'Öyle yapılmaz ablaaa' diye bize nasıl kardan adam yapılır öğretttiler. Önce küçük bir kar topu yapıyormuşsun, sonra onu yuvarlıyormuşsun. O küçük kar topu büyüyormuş yuvarlanırken.


 Gülru ve İbrahim kara bulanırken
    Geçen hafta da Ankara'ya kar yağdı tekrar. Bu kez daha güçlüydü, biraz yerde birikme eğilimi gösterdi. Çocuklar çok sevindiler tabii. Okula gitmek istemediler. Ben de -Türkiye'de- kar yağarken  araba sürmeye cesaret edemediğimden memnuniyetle kabul ettim isteklerini.  Kanada'dan gelirken getirdiğimiz, geçen kış da çok işimize yarayan kar tulumlarını çıkardım. İbrahim ve Gulru heyecanla giydiler tulumları. Güzide hanım reddetti. Süsü bozulacağından pantolon bile giymedi.Kar tulumu da biraz küçülmüş, onun da etkisi var. Etekle indi karda oynamaya.




Kar topu oynarken




 Çocuklara küçük de olsa bir kardan adam yapayım dedim. Karşı binadan bir çocuk kocaman bir kardan adam yapmıştı bile. Beceremedim yine.








Kardan adamla hatıra fotografı

       Biz de eve çıkıp buzdolabını  kardan adam yaptık.Bir arkadaşım linki göndermişti,  şurada gördük.Bayıllldılar çocuklar.Çok keyif aldılar,çok mutlu oldular. Hergün babalarına gösteriyorlar: 'Baaak baba biz naaptık' diye. Karşısına  geçip svinçle  kıkırdıyorlar :'hihihii çokk güzel ollduuu.' Kendileri emek harcayınca çok kıymetli oldu. Kendileri renklere  karar verdiler, çizdiler, kestiler,yapıştırdılar. Ben  sadece bantları koparıp verdim ve onları yönlendirdim.

11 Aralık 2012 Salı

4 Yıl sonra İlk Kez!

   Sulu köfte yaptım.
   4 yıl sonra ilk kez sulu köfte yaptım.

   Çocuklardan önce sık sık yaptığım bir yemekti. Çocuklardan sonraysa hiç kalkışmadım. 'aman ne var bunda. sulu köfte dediğin nedir. mantı, su böreği, içli köfte, baklava yapsan neyse' diyenleri duyar gibi oluyorum. Onları beceremediğim bir gerçek tabii ama sulu köfteyi de yabana atmayın. O köfteleri teek teek yuvarlayacaksın, soğanı doğrayıp kavuracaksın, sonra salçayı da kavurup suyu ekleyeceksin. Su kaynadiktan sonra köfteleri atacaksın. Ara ara karıştırııp pişireceksin.Piştikten sonra yumurta sarısı ve limonla terbiyeleyeceksin. İkizlerin ilk aylarında masanın üzerinden hiç kaldırmadığımız fıstık ezmesi,reçel,ekmek bizim temel gıdamızdı.Acıktıkça yerdik. Yavaş yavaş yemek pişmeye başlayınca evde mutlu olmuştuk. Fırında tavuk, fırında balık, düdüklü tencere yemekleri geldi önce. Kuzuların babası çabuk ve lezetli yemek tarifleri bulmakta daha gayretliydi ki hala öyledir kendisi. Böylelikle Çin yemekleriyle tanıştık.Önceki günden pilava yumurta kırarak yapılan çinlilerin geneleneksel kahvaltısı bizim favorimizdi. Sonrasında kendimizi çok geliştirdik tabii.

http://www.youtube.com/watch?v=jELn5El1Zwc

   Sonra sonra çocukların da yaparken yardım ettikleri fırında köfte aşamasına geçtik ki büyük bir aşamaydı bizim için. Yanına da çorba pilav pişirebildik mi değmeyin keyfimize. Ama sulu köfte başka. Sulu köfte bizim için bir dönüm noktası oldu. Ben o köfteleri yuvarlarken kuzular içeride kendi kendilerine oynadılar: ne çişim geldi diyen oldu, ne susadım diyen, ne canı sıkılan,ne kucak isteyen..Bir ara Gülrucuk bacaklarıma asılınca önüne bir parça et attım. Onu mıncıklarken Gülru bir de baktım ki ben köfteleri yuvarlamışım.

   Sulu köfte yapabilme seviyesine geldiğimiz için mutluyuz gururluyuz,duygusalız tabii ama işin bir de öteki yüzü var ki bu beni oldukça endişelendiriyor : Ortada sürüklenen her ev işine, mutfaktaki tembelliğime çocukları bahane ediyordum. Herkes de bana hak veriyordu.'Aman nasıl yetişecen üç çocukla..' diyorlardı. Ama..ama artık bahanem kalmadııı..!!!

Acaba dördüncüye mi girişsem??Ama çözüm değil. Eninde sonunda o da büyüyecek.

Kaçış yok..

9 Aralık 2012 Pazar

Ebeveynlikle İlgili Kitaplar

    Artık aile hayatı farklı.Çocuklarımızı büyütürken anne babalarımızın yöntemleri yeterli gelmiyor. Eksik belki de yanlış buluyoruz onların yöntemlerini. Çocukları yetiştirirken farklı problemlerle karşılaşıyoruz. Bu problemlere çözüm ararken de biz modern anne-babalar (daha çok anneler ) çocuklarımızı yetiştirirken kitaplara başvuruyoruz.Karşılaştığımız problemlere çözüm önerileri getiren tek bir kitap yok. Farklı ebeveynlik yaklaşımları var. Dolayısıyla her yaklaşıma dair çeşit çeşit kitap var. Biz bir sürü kitap okuyup  kendimize uyan yöntemleri seçip alıyoruz. Fakat modern dünyanın koşuşturması içinde her kitabı tek tek okuyup incelemek oldukça zor. Hepsine yetişmek mümkün değil. Okuyacaklarımız da okumaya değer mi değmez mi belli değil.
    Aşağıda linkini verdiğim sitede ebeveynlik kitaplarının özetleri yayınlanıyor.Görünce gözlerim parladı. Hiç olmadı kitap seçiminde çok işe yarayabilir. Site ingilizce bu arada..

http://www.parentbooksummaries.com/

Her Günkü Halimiz!

   Yine toplamadan yattı böcekler.Yemekten önce toplattım toplattım, yoksa iyice yoruluyorlar uykuları geliyor. Ne onların toplamaya, ne de benim  başlarında çavuşluk yapıp toplatmaya mecalimiz kalmıyor. Burası  çoğu Türk hanımlarının salonun kapısını kilitleyip kimseyi sokmadıkları için  tüm aile efradının uyumak dışındaki vakitlerini geçirmek  zorunda oldukları ,oturma odası adını verdikleri odadır efenim.. Biz bu odaya oyun odası deriz. Bizim böceklerin uyudukları oda ayrıdıır, oyun odaları ayrıdııır. Hoş bu odayla birlikte herrr oda-banyo,mutfak dahil- onların oyun oynadıkları odadır ve bu oda muhtemelen bir misafir gelene kadar böyle kalacaktır. Artık misafir ne zaman gelirse...

7 Aralık 2012 Cuma

Yoga

 Üç çocuklu anne yoga yapmaya karar verir.
'Hadi spor yapıyoozz' diye anons eder. Bilgisayarda videoyu açar,yere yoga mat'ini serer. Çocuklar da hevesle koşar gelirler. Hep beraber yogaya başlanır.
Olayın başlangıcı üç çocuklu anneyi ümitlendirir. Lakin işler karışır. Çocuklar yoga mat'in üstüne doluşunca anne kendini halının üstünde bulur. Üstüne bir de kavga çıkar çocuklar arasında.
Hem çocukları oyalayıp hem de spor yapıp, bir taşla iki kuş vurma planı suya düşen üç çocuklu anne, videoyu kapatır.Faaliyeti  yoga mat'in üstünde takla atmacaya çevirir.

6 Aralık 2012 Perşembe

Bize Hepsi Uyar!

    Gezmeyi ne kadar çok sevdiğimizden bahsetmiştim. Sokakta, parkta geçirilen vakit herkes için eğlenceli oluyor : Çocuklar keyifli, anne keyifli .

   
       Güzel havalarda bu kolay. Sabah kahvaltıdan sonra, herrrşeyi olduğu gibi birakıp parka koşarız. Çocuklar okula başlayalı , okul çıkışı okulun bahçesindeki parkta vakit geçürüyoruz. Bu park diğer parklar gibi tabanına o yumuşak şeylerden döşenmiş değil. Taş ve toprak var. İki kaydırak bir salıncaktan sonra taşlarla, yapraklarla oynuyorlar. Tüm parkları kumla,taşla toprakla doldursalar keşke.



      Yağmurlu havalar da bizi yavaşlatmıyor.  Yağmur durmuşsa yine parkta çamurla oynuyorlar. Yerde buldukları çubukları çamura saplamak, su birikintilerinin üzerinde zıplamak büyük zevk onlar için. Yağmur botlarının bu durumda ne kadar çok işe yaradığını söylememe gerek yok sanırım.


     Kar yağınca işler biraz daha kompleks hale geliyor tabii ama yine de durmuyoruz. Böyle havalarda teçhizat önemli : Kalın bir palto-tercihen kaz tüylü-, kar tulumu, kar botu, atkı, bere ve su geçirmeyen eldivenler. Tüm bunları üç çocuğa girdirmek en az yarım saat sürüyor ama emeğimin karşılığını alıyorum :). Çocuklar karda debelenip, kar topu oynadıktan sonra evde güzeeel bir uyku çekiyorlar. Kanada'da bizim bir de kızağımız vardı. Çocukları binanın bahçesinde kızağa koyup karda sürüklüyorduk ki büyük eğlenceydi onlar için. Kanada'da birkaç yıl geçirmesem karın keyfini çıkarmayı öğrenemezdim sanırım.
  

       Bu sabah uyandığımızda lapa lapa yağan karı gördük. Çocuklar 'Yaşasınn kar topu oynıyycaaz' diye sevinç çığlıkları attılar ama bu heyecanları kısa sürdü. Zira kar tutmadı ve biz okul yolunu tuttuk yine. Belki bir dahaki sefere...

10 Kasım 2012 Cumartesi

Yeşil Fasulye

Üç çocuklu annenin en sevdiği sebzedir. Faydaları saymakla bitmez:


* Fasulye A,B1,B2VE C vitaminlerince zengindir.
* Fasulye vucütta biriken asidi nötralize edebilecek baz fazlalığı da mevcuttur.
*Fasulyenin hazım olabilirlik oranı %84 dür.
* Ayrıca fasulye baklalarında bulunan phasol ve phaseolin maddelerinin şeker hastalığında kullanılan insülin karekterinde olduğu ve bu yüzden kandaki şeker miktarının düşürülmesinde kullanıldığı bilinmektedir.
* Fasulye, bedeni ve zihni yorgunlukları giderir.

 * Üç çocuklu anne,çocuklar oyundan sıkılıp birbirlerine girmeye başladığında ortaya çıkarır. Anne ayıklar, çocukları kırar ufacık elleriyle. Böylece çocukların küçük kas gelişimine yönelik ufak çaplı bir faaliyet gerçekleştirilir. Çocuklar sakinleşir, faaliyet sonunda tekrar oyunlarına dönerler. Dolayısıyla üç çocuklu anne de rahatlar. Yeşil fasülyeyi çabucak soğan, domates, sarımsak ve zeytinyağı ile birlikte düdüklü tencereye atar. Öğle yemeği ortaya çıkar. 

8 Kasım 2012 Perşembe

Hüzünlü Bir Doğum Hikayesi

     Montreal'deki M.'ye ve diğer dostlara ithafen...

    Hatırıma geldiğinde burukluk hissediyorum. İlk doğum heyecan ve sevinç doluydu. Babaannemiz ve dedemiz yanımızdaydı.Üçüncü bebeğimizi kucağımıza aldığımız ikinci doğumda ise gelebilen kimse olmadı .Meğer ne önemliymiş yakınlarının doğum sürecinde yanında olması. Hiçbir şey yapmadan otursa dahi bir insanoğlunun varlığı manen güç kuvvet veriyormuş anneye (belki babaya da...). Yalnızdık ama yapayalnız değildik. Montreal'deki dotlarımız ellerinden geldiğince koştular yardımımıza. Daha önce bahsettiğim dostum M. yardım organizasyonunu yaptı. Bana sezaryen olması ihtimalini hatılattı ve böyle bir durumda yanımda kalabilecek kimseleri tesbit etti.Özellikle çocuğu olmayan arkadaşlar gönüllü oldular. M. hem doğum öncesinde hem doğum sonrasında hastanede beni ziyaret etti. O ve birkaç arkadaş daha eve yemek getirdiler.

    Son haftalarda doğum planımız şekillenmişti az çok:

Doğumun başlayacağını hissettiğimde M'yi arayacaktım ve o beni hastaneye yetiştirecekti her durumda.

 A planı :Gündüz olursa fazla bir problem yoktu. Çocuklar kreşte olacak ve eşim yanıma gelebilecekti.

B planı :Gece olursa eşim evde çocuklarla kalacak, benim yanıma da gönüllü arkadaşlardan biri  gelecekti.

    B planı gerçekleşti. Ama M'nin beni hasyaneye götürmesine gerek kalmadı. İlki gibi planlı bir doğum oldu. Küçük böcek gelmekte gecikince 41. haftada harekete geçmeye karar verdi Dr. Koby. Hastaneye yatış gününü belirledik. Eşim iş yerinden izin aldı. Çocuklar bir süre önce kreşe başlamışlardı ama ilk kez tam gün kalacaklardı orada. Sabah kuzuların babası  beraber uyudukları battaniyeleriyle birlikte kuzuları kreşe götürdü. Öğleden sonra da beni hastaneye bıraktı.

    Yanıma kitap da alarak gittim. Ohh keyif yapacaktım kendi başıma. Sancı verildikten sonra keyfim biraz bozulsa da uzun zaman sonra bööle yatağa uzanıp saatlerce hiç rahatsız edilmeden kitap okumak hoşuma gitti doğrusu. Ara sıra kontrole gelen hemşirelerin 'kimse yok mu senin yanında yaaa??' diye acıyan bakışlarla sordukları sorulara  'eşim evde çocuklara bakıyor, ben de burada sancı çekiyorum. İş bölümü yaptık.' diye gülerek cevap veriyordum her seferinde.Birkaç kez evden telefon geldi. İlk kez ayrılıyorduk İbrahim ve Güzide'yle. Güzide uyanmış anne diye ağlıyordu. Telefonda teskin etmeye çalıştım kuzuyu.
     Bir ara M. uğradı. O gittikten sonra arkadaşım Z. aradı ne zaman gelmesi gerektiğini soruyordu. Ona 'Bu gece muhtemelen sadece sancı çekerim.Sen yarın gel en iyisi.' dedim. Beni dinlemedi. Canım Z. iyi ki dinlememiş. Ben epidurali aldım, sancıların şiddetini hissetmez oldum, Z. ile bir güzel sohbet ettik. Gece 12 gibi gelen hemşire hadi uyu biraz artık diye fırçaladı. Z'yi bilmiyorum ama ben biraz kestirdim. Taa ki...

   Sadece birkaç saat sonra müthiş bir sancıyla uyandım. Vakit gelmişti. Acil düğmesine bastım. Epiduralin dozunu artırmak için düğmeyi arıyordum deli gibi. Hemşireler, doktorlar koştular odaya. Beni öyle kıvranırken görünce gözleri korkudan büyümüş canım arkadaşım Z.'ye dışarda beklerse daha iyi olacağını söyledim. Sıkı sıkı tuttuğu elimi bırakıp gitti. Neyse epiduralin dozunu artırdılar da ben de rahat ettim. Sadece yarım saat sonra Ayşe Gülru kucağımdaydı. Dr. Koby zor yetişmişti. İlk hikayede yazmayı unutmuşum. Kanada'da doğumunuza kendi doktorunuz girmeyebiliyor. Ama Dr. Koby kendi prensibi gereği her doğumda bizzat bulunuyordu. Üst üste doğuma çağrıldığı için uyumamış iki gecedir. 'Sen de benim gibi olacan. Uykusuz geceler başlıyor.' dedi. 'Zaten öyleydim.' demek aklıma bile gelmedi. Çünkü o anda yanıma yatırdıkları Gülru'cuğun güzelliğini seyrediyordum.  Z. de sabaha kadar uyumadı haliyle. Üniversitedeki dersine gitmeden önce beni kalacağım odaya taşıdı, resmi işlemleri yaptırdı.


 
   Bu kısa bir doğum hikayesiydi öncekine göre. Asıl hikaye bundan sonra başlıyor. Üç çocuklu hayatın hikayesi...Oldukça uzun :))
   


5 Kasım 2012 Pazartesi

Gelmedi!

    Geçen haftaki olay bu aslında ama unutmadan kayda geçireyim dedim.

     İbrahim ve Güzide'yi okuldan aldım. Dizdim üçünü arka koltuğa eve dönüyoruz. Bunlar bağırıyor 'Atatürk çok yaşa!' diye. Belli 29 Ekim kutlamaları olmuş okullarında. Sonra Gülru da katılıyor onlara. Onlar naapıyolarsa aynısını yapacak ya küçük böcek.
     Bayrak da sallamışlar 'Atatürk, çok yaşa!' diye bağırırken. İbrahim anlatıyor. 'Çok yüksek sesle bağırmamız gerekiyordu' diye olayın ayrıntılarını veriyor Güzide.
     Ben dayanamayıp birkaç soru soruyorum. Bakalım anlamışlar mı neyi niye yaptıklarını. Öğrensinler sorgulamayı:
    'Kimmiş Atatürk? Ne iş yapıyormuş? Evi nerdeymiş??'

     Duraksayorlar İbrahim de  Güzide de. Arabanın camından dışarı bakıyor ikisi de. Düşünüyorlar. Gülru anlamıyor. Devam ediyor slogana 'Atatürk, çok yaşa!'. Sonra Güzide patlatıyor bombayı:

       'Gelmedi ki zaten!!'

   Ben de kahkaha bombasını patlıyorum.

   Beklemiş yavrucak.

   İlahi çocuk, alemsin...

3 Kasım 2012 Cumartesi

Bardağı Taşıran Damla

O son damla ne kadar buyuk olmali? Ya da bardak ne kadar dolmuş olmalı ki taşıversin??

Ne doldurmuş benim bardağımı??
   -İstediğim pantolonu bulamadım.Birkaç yere daha bakmak isterken Gülru hanımın parkaa parkaa naraları pes ettirdi beni.
    -Sokaktaki insanların giyim kuşamlarına baktım; bir de  -çok şükür- verdiğim kilolar nedeniyle üzerimden düşen pantolonuma, sürekli giyilmekten bin yıllık gibi görünen tuniğime baktım. Paspallığım canımı sıktı.
   -Ben eve donmek istedim, evde unuttugum telefonumu almak ve küçük hanımın karnını doyurmak için. Yırttı kendini, yerlere attı.Sonunda sakinleşti güç bela. Hadi ablayı abiyi okuldan alıcaz deyince başladı ağlamaya 'Men ev ittiyom'..Türkçesi evde kalalım, dışarı çıkmak istemiyorum demek. haydaaaa....
- Okul dönüşü kemer takmıycaamm sıkı geliyor itirazları Güzide hanımdan yükseldi her zaman ki gibi. İki ağlama arasında 'Uyuycaaz mıı?' diye soruverdi. Uyku yok bugün deyince sustu. Derdi oymuş.
- Uyku yok ama aşı var. Eksik aşıları tamamlıyoruz. Caddenin karşısında aile sağlığı merkezi. Aşıyı duyunca İbrahim efendi ben yoruldum oraya kadar yürüyemem diye mızmızlanmaya başladı. Doldur hepsini arabaya, arabaya binme kavgasını izle,yolun karşısına geç,arabayı parket, arabadan inme kavgasını seyret.

Baksan eften püften şeyler. Herrrrgün yaşanan, ve de yaşanacak olan son derece sıradan olaylar dizisi....

Bardağı taşıran damlaya bakalım bir de...

   Densiz bir hemşireye rastladık. Her zamanki hemşire yokmuş, o bakıyormuş onun yerine. İnsanca muameleyi öğrenememiş. Nezaketten,adabdan uzak. Tepeden bakan, azarlayan ses tonuyla konuşan , her şeyi ben bilirimci üslübu, mutsuz , gülemeyen hemşire. Karşısında ezilip büzülmeyen, elini eteğini öpecek vatandaş bulamayınca naapacağını şaşıran hemşire...Yani son damla..!!!

   Tüm günümüzü mahvetti o son damla. Bardak öyle ağzına kadar dolmamıştı. son damla çok büyük geldi de taştı bardak. Aşılar bitti. Ağlayan çocukları kırtasiyeye,markete götürdüm gönüllerini aldım. Ama öfkem devam etti. Binada eve çıkmak için asansörü beklerken Güzide  'Anne sen dışarda neden kızgınsın?' diye sormasa içimden bir Dexter Morgan fırlayıverecekti. Yavrucuğun tedirgin bakışları beni biraz sakinleştirdi. Ama tam düzeltemedi.

   Tahammül seviyesi eksiye düştü bir kere. Yoksa ben kuzularla tüm öğleden sonra doktorculuk oynar bebeklerini 1000 kere muayene ederdim; ya da krem rengi koltukların üzerinde mandalina yemelerine müsaade eder, keçeli kalemle koltukları boyamalarına ses çıkarmazdım; onlarla piknikçilik oynar, ağzıma tıktıkları oyun hamuru parçalarını nefis olmuş diye kebap niyetine yerdim; getirdikleri 20 küsür kitabı 50şer kere okurdum...

Ah o son damla olmayaydı eyiydi..



   

1 Kasım 2012 Perşembe

Kanada'da Doğum Etmek II

Aman Doktor Canim Doktor

    Dr.  Robert Koby idi doktorum. Orta yaşın üstünde biri.Muayenehanesinde gördüğüm şapkalı peruklu değişik giyimli bayanlardan ve duvarlarda asılı İbranice dualardan anlıyorum ki bir Yahudi kendisi. Bu mühim değildi .Benim için doktorumun bayan olmaması daha rahatsız ediciydi. Muayenehanesinde üç
beş oda vardı sanırım. Her birinde hastalar hazır bekliyor, Dr. Koby arı gibi bir sırasıyla her odaya girip -girip çıkıyordu. Iyi bir doktordu. Zira tum Montreal'de taniniyordu. Doktorumun kim oldugunu soyledigimde 'Oooo, nasil buldun sen o doktoru' seklinde  tepki aliyordum.

    Ilk randevuda Dr. Koby ile bir durum degerlendirmesi yaptik. Aldigim vitaminler, daha onceki ultrason goruntuleri, vs hakkinda konustuk. Muayenehanesinde ultrason cihazi olmasina ragmen ultrason icin hastaneye gitmem gerekiyordu. Cunku ultrasonla muayeneye ekstra 150 dolar aliyordu ve benim sigortam bunu karsilamiyordu. Bunun icin ozel sigorta gerekiyormus. Hastaneden ultrason randevusunu ise aylar oncesinden almak gerekiyormus. Benim 20. hafta ultrasonumun vakti gecmisti bile. Dr. Koby'nin
asistani bu konuda yardimci oldu. Benim icin randevu aldi hastaneden. Normalde hamilelelik boyunca eger herhangi bir risk soz konusu degilse sadece iki kez ultrasona giriliyor. Benimki cogul gebelik oldugundan her ay girdim ultrasona.

Bitsin Artik !
     Bir sabah zorla kaltim yataktan. Sadece sol yanima yatabildigim icin tutulmustu sol tarafim. Gece boyu surekli uyaniyordum zaten. Sabah kalkip yamulmus karnima baktim. Bebenin biri bir tarafa oburu obur tarafa kaymisti. Daha cok canim yandi. Aglamaya basladim. Esim uyanip sefkatle "Sabret canim.Bak iki ay kaldi sadece" dedi. Ben daha yuksek sesle aglamaya basladim: "Iki aaayyy,  hüüüü..." Bir once disari ciksinlar istiyordum.
     33, 34,35 derken haftalar haftalari kovaladi. Ben buyudukce buyudum. Ikiz gebeliklerde ortalama 35 haftada dogum yapilirken ben 38 haftayi devirmistim. Ve tik yoktu. Dogumun baslayacagina dair hicbir emare yoktu. Ne bir sanci ne milim acilma. Hicbirsey. Ama ben kimildayamaz hale gelmistim. Halimi doktoruma arzettim. O da zaten 38 haftayi gecirtmezmis ikiz gebeliklerde. Halinden memnun gibi gorunuyordun dedi gulerek. Daha once hic sikayet etmiyormusum meger. Asistanina talimat verdi ve iki gun sonrasi icin gun alindi hastaneden.

Normal Yolla İkiz Doğurmak??

     Turkiyedeki doktorum daha 8 hafta kontolunde tabii ki sezeryan diyordu. Hic istemiyordum mecbur kalmadikca. Kanadaya gelince normal dogum sansimin arttigini dusunuyordum :). Bebeklerin pozisyonlari onemliydi. Ondeki bebek tersti ama son kontrolde onun da dondugunu gorduk. Normal dogum icin tek engel bebeklerin kilolariydi. Arkadaki bebek 3600 gr gorunuyordu. Doktorum bu olcumun yanlis oldugunu dusunuyordu. 'Ama oyleyse sezaryen gerekebilir, bakcaz' dedi. Amaniiinn hem o kadar sanci cek birini normal dogur sonrad sezeryan. Yok ikisini birden istemeeeemm, dedim. Karari bana birakti doktorcum. Ben de denemeye karar verdim.

     Pazar gunu ogleden sonra aradilar. Aksam 8 ' de hastanede olmamiz gerekiyormus. 5 gun oncesinde kayinvalidem ve kayinpederim taaa Turkiye'den kalkip geldiler. Sagolsunlar. Yoksa naapardik bilemiyorum. Neyse biz heyecanla hazirlanip gittik. Girisimizi yaptirdik. Sanci odasina alindim. Muayeneler kontroller derken suni sanci verildi. Yetmedi ertesi sabah tekrar suni sanci verildi. Toplamda 24 saat surdu sancı cekme evresi. Bir ara sanci odasindan dogumhaneye alindim.Epidural almaya karar vermistim zaten. Ama anestezi uzmani o kadar sik gelip gitti ki agrilarim cok siddetli olmadigi halde 'hadi gel yap su epidurali sen de kurtul ben de kurtulayım' dedim adama. İyi ki demisim sonrasında bir güzei uyku çektim. Aksam sanirim 11 gibi de doguma baslamak uzere dogumhaneden ameliyathaneye alindim. Dogum esnasinda acil mudahale gerekebilir,  diye dogumu ameliyathanede yapacaktim. Iki tane de musluman bayan doktor girdiler doguma. Oyle bir talepte bulunmamistim ama genel uygulamalari miydi, ben kendimi daha rahat hissedeyim diye mi o doktorlari ayarladilar bilemiyorum. Ayarladilar diyorum cunku ikinci dogumumda da o doktorlardan biri ve yine iki tane musluman hemsire vardi.

Soldan sağa: Güzide,İbrahim

     Iki saat sonra bebeklerimi kucagima aldim.Herhangi bir cerrahi mudahale gerekmedi. Sadece forseple cektiler bebekleri. Once Ibrahim 3285 gr olarak dogdu. Ondan 15 dakika sonra da Güzide Hanım 3095 gr agırlıgında teşrif ettiler dünyaya. Bize dünyaları verdiler.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Kanada'da Doğum Etmek I

Madem başladım doğum hikayesiyle devam edeyim:

Kanada'ya Gidiş

     2008 yılının Mart ayı sanırım hem hamileliğimi hem de eşimin Montreal'deki Mcgill Üniversitesi'nden MBA için kabul aldığını öğrendiğimiz aydı. Evliliğimizin 5. yılıydı ve biz iki bebek sahibi olacağımız için çok heyecanlıydık. Ailelelerimiz de öyle. Naapsak neetsek derken gitmeye karar verdik. Temmuz ayında, ben bebeklerime 20 haftalık hamileyken düştük yollara. Chicago aktarmalı vardık Montreal'e. Zaten göçmenlik için başvurmuş ve onu da hak kazanmıştık. Bizi daha sonra yakın arkadaşlarımız olacak olan M. ve S. karşıladılar, Montreal' e 80'lerin sonunda göç etmiş  F. ve Ü. ile birlikte gelmişlerdi havaalanına. M. ve S.'nin kızları, henüz 4 aylıktı o zaman. M. sağolsun bana hemen tüyoları verdi.' Hemen doktor aramaya başla, zira burada kadın doğumcu bulmak oldukça zor', dedi. 'Nasıl yani?' dedim içimden. Biz Kanada'da değil miyiz yav? Yanlışlıkla bir Afrika ülkesine gelmiş olamayız.

 Kanada'da Doktor Bulmak

   Neyse durumu anladık sonradan bizzat tecrübe ederek. Önce oranın sağlık sistemine kadolduk yani sağlık sigortamızı başlattık. Sonra eşim ev aramaya başladı.Uçak yolculuğundan sonra davul gibi şişmiş ayaklarımla ilk gün ona eşlik edeyim dedim ama hem ayaklarım hem de karnımdaki iki bebiş ayakta o kadar dolaşmama müsaade etmediler.Ben de telefon başında doktor aramaya başladım.     M.' nin verdiği isimlerden başladım. Sonuç olumsuzdu elbet. Yine M.'nin önerdiği ve sonraki yıllarda da çok işime yarayacak olan www.ratemds.com adresinden doktor isimleri ve numaraları edindim.Aradıklarım yeni hasta kabul etmiyorlardı. Hamileliğimin 20. haftasında olmam da şansımı azaltıyordu. Bu arada, geçici olarak kaldığımız evde telefon olmadığından ankesörlü telefondan arıyordum tüm bu numaraları. Sonra cep telefonu aldık hemen. Çok canım sıkılmıştı bu doktor işine. Doğum için tekrar Türkiye'ye dönmeyi bile düşündüm. Sonra forumlara girip bir bakayım dedim. Montreal'den aynı dertten muzdarip kadınlara rastladım bu forumlardan birinde. Bir tanesi tek tek hastaneleri aramamı ve hangi doktorun hasta kabul ettiğini sormamı istedi. Ben de öyle yaptım ve bu işimi epey kolaylaştırdı:
    Seçtiğim iki hastaneyi aradım. İkisinde de çok yardımcı oldu telefona çıkan kimseler. Hatta bir tanesinde yanlışlıkla kadın doğum bölümünün acilini aramışım. Ağlamaklı bir şekilde 'Montreal'e yeni geldim.20 haftalık hamileyim. Hem de ikiiizz.' diye anlatınca hemen başka birine aktardı telefona çıkan kişi. Telefonu açan diğer kişiye de aynen anlattım durumu. 'Ah canııımm' dedi telefondaki ve bana hemen bir kaç doktor ismi verdi. Tüm bu doktorları aradıktan sonra elimde birkaç tane randevu vardı ve ben rahatlamıştım.
    Yukarıda yazdığım sitede  randevu aldığım doktorların puanlarını kontrol ettim, hasta görüşlerini okudum ve birinde  karar kıldım.
   Bu doktor arama-bulma işi tam iki hafta sürdü.

devam edecek..
    

19 Ekim 2012 Cuma

Güzide'den İnciler

''Anneciim,saç çekmeler itmeler olabilir. Senin koşup gelmene gerek yok. Ben hayatımı kurtarabilirim.''

Yorumsuz :))

Kahve


Üc çocuklu annenin canı kahve çeker:
Saat 3..Anne kahvesini hazırlar ve yudumlamaya başlar.
Saat 5... Anne evin bir köşesinde kahvesine rastlar, buzz gibi olmuştur,mikrodalgada ısıtıp icmeye karar verir.
Saar 8...Anne cocukların sütünü ısıtmak icin mikrodalgayi açar ve kahvesini bulur!

18 Ekim 2012 Perşembe

Hepsi Benim!

'Hepsi mi senin?'
 
     Ay, benim tabii.Niye gezdiriim başkalarının çocuklarını!!!

    Binlerce kez işittim bu soruyu. Binlerce kez cevapladım, bir şekilde.İnsanlara cevap verirken genelde kibar olmaya çalışıyorum. Gülümseyerek kafa sallıyorum. İyi günümde değilsem duymamazlıktan geliyorum. Ama yine de ardı arkası kesilmiyor soruların.
'Üçü de mi senin?'

'Hepsi de mi senin?'

'Ay zor olmuyor mu?'

'Kaç yaş var aralarında?'

'Nasıl bakıyorsun üçüne birden?'

'Yardımcın var mı?'

'Üçüncü kaza oldu galiba,hı??' (Evet, bu soruyu soracak kadar ileri giden var!)

    Şaşkınlıkla bakıyorlar.Memleketin orta halli semtlerinde de, elit semtlerinde de bakışlar aynı.Ben de hayretler içinde kalıyorum onların şaşkınlıklarına.Sanki Türkiye'de değil de; milletin tek çocukla yetindiği, onu da istemeyip çocuk yerine kedi köpek beslediği Almanya'da yaşıyoruz. Tamam, milletimin eğitimli sınıfı da artık tek çocuk eğilimine sahip. Ama yine de aman çocuk kardeşsiz kalmasın diye ikileyenlerin sayısı da az değil. Üçleyen, beşleyen, onlayan yok değil. Benim önce ikizlerim olmuş, iki sene sonra bir tane daha olmuş. Üçü de 5 yaşın altında.Benim gibisi de bulunmaz değil.Neden garipsiyor insanlar?

    Düşündüm, düşündüm ve buldum! Garipsenen durum çocuk sayısının fazla olması  değil, benim bu çocuklarla sokaklarda dolaşmam! Markette, parkta, hastanede, pastanede, AVM'de, bankada, karda kışta, her yerde her zaman. Eğer yürüyorsak küçüğümüz arabasında,ötekiler arabanın iki kenarında.Otomobildeysek herkes araba koltuğunda. Dolmuşta isek malum birazı kucakta, birazı ayakta.
    Hem kendimi hem çocukları eve tıkıp, hep birlikte bunalmadığımız için öyle bakıyorlar bana. 'Delirmiş bu!' diye de geçiriyorlardır akıllarından.
 
    Ailecek gezmeyi seviyoruz. Çocuklarla gezmek değil de yukarıdaki sorular beni delirtebilir.




13 Ekim 2012 Cumartesi

Hosbulduk!

      Bir blog açmayı hep istiyordum. Aklımdan yazacaklarımı bile geçirdiğim oluyordu. girişimlerim oldu. Diğer bloglara, yazılanlara bakıp ' Amaan, herkes yazacağını yazmış. Bana yazacak birşey kalmamış' dedim. Zaten kolayına da yazı yazamam. Yazar silerim, yazar silerim.

       Vazgeçtim.
     
      Bir gün Güzideyle -kardeşleri uyurken- bilgisayarın başına oturduk, yemek bloglarını dolaştık. Kek tarifi arıyorduk. Resimlere ilgiyle baktı, sorular sordu: O teyze naapıyoo?? Bu pastayı mı pişirrmiişş???
     Sonra demez mi 'Anneee, biz de bilgisayara gideliimm.'
     
      Dank etti kafama. Yahu benim de blog açmamı istiyor bu çocuk. Blogumda onlardan, hayatımızdan bahsetmemi, resimler koymamı istiyor. İlk fırsatta blogu oluşturmadım tabii. Aradan altı ay geçti. Belki de Güzide bunu kastetmemiş, gördüğü pastalar hoşuna gitmişti çocukcaaazın.

    Olsun ben üzerime düşeni yapayyıım. İleride büyüyüp 'hani senin blogun anne' derlerse, 'işte burda' diye açar gösteririm.Hem bu zamanda blogu olmayan anne kaldı mı ayol???

     Velhasıl, biz de bu aleme adım attık. Sessiz sedasız...
 
    Hoşbulduk.